ISSN 1301-1375 | e-ISSN 2146-9113
Turkish Journal of Cerebrovascular Diseases - Türk Beyin Damar Hast Derg: 9 (1)
Volume: 9  Issue: 1 - Nisan 2003
RESEARCH ARTICLE
1.Plasma homocysteine in acute and subacute phases after ischemic stroke
Sibel K. Velioğlu, Cavit Boz, Necdet Arı, Hüseyin Avni Uydu, Mehmet Özmenoğlu
Pages 1 - 5
GİRİŞ ve AMAÇ: Homosistein (hcy), sülfür içeren doğal vaskülotoksik ve trombojenik bir aminoasittir. Hiperhomosisteinemi son yıllarda iskemik inme risk faktörleri arasında sayılmaya başlamıştır.
Bu çalışmada, daha önce yapılanlardan farklı olarak, iskemik inmeli olgularda akut ve subakut dönem plazma hcy düzeyleri incelenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hasta grubu 29, kontrol grubu 20 kişiden oluşturulmuştur. Solid faz enzim immuno assay metodu ile ölçülen hcy değerleri akut, subakut dönemde ve kontrol grubunda çalışılmış, klinik seyir, diğer risk faktörleri, nöroradyolojik görüntüleme bulguları ve bazı laboratuar parametreleriyle ilişkileri araştırılmıştır.
BULGULAR: Ortalama plazma hcy düzeyi akut dönemde 11.73±9.00 nmol/ml, subakut dönemde 14.52±9.11 nmol/ml ve kontrol gurubunda ise 12.02±6.52 nmol/ml bulunmuştur. Subakut dönem düzeylerinde, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlılık göstermeyen düzeyde yükselme gözlenmiştir (p>0.05). Bu sonuç literatürdeki hafif ve orta derecedeki hiperhomosisteineminin iskemik inme için bir risk faktörü olduğu fikrini destekleyebilir. Akut ve subakut dönem ortalama plazma folik asit düzeyleri, kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük bulunmuştur (p<0.05). Bu bulgu literatürdeki folat hipovitaminozu-iskemik inme ilişkisiyle uyumlu idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İskemik inme sonrası akut dönemde plazma hcy düzeyleri yüksek çıkmamakta, subakut dönemden itibaren artış olmaktadır. Bu nedenle iskemik inme geçiren hastalarda hcy düzeylerinin, diğer risk parametrelerinden farklı olarak subakut dönemden itibaren bakılması doğru yaklaşım olacaktır.
INTRODUCTION: Homocysteine (hcy) is a natural, vasculotoxic and thrombogenic aminoacid containing sulphur. State of hyperhomocysteinemia has been increasingly counted among the risk factors of ischemic stroke in recent years. In this study, hcy plasma levels in the ischemic stroke cases at the acute and subacute periods were evaluated which was different from the ones done before.
METHODS: Control group included 20 individuals and patient group included 25 patients. Relationship between the hcy levels measured with enzyme immune assay method, and clinical course, other risk factors, neuroradiological imaging, and some laboratory parameters were explored.
RESULTS: In the acute stage, average plasma hcy level was 11.73±9.00 nmol/ml, and in the subacute period, it was 14.52±9.11 nmol/ml. Average hcy level of control group was 12.02±6.52 nmol/ml. Levels of subacute period were observed to be increased compared to control group though, it was not found statistically significant. These results support the opinion that the mild and moderate degree hyperhomocysteinemia is a risk factor for ischemic stroke. Average plasma folic acid levels of acute and subacute period were found to be low compared control group. This result is correlated with relation of stroke with folate hypovitaminosis at literature.
DISCUSSION AND CONCLUSION: After ischemic stroke, in the acute period, plasma hcy levels do not increase, but in the subacute period increase in the hcy levels is observed. For this reason, in the patients with ischemic stroke, hcy measurements may give opinion in the subacute period differently from other risk parameters.

2.Evaluation of ischemic stroke and chalamydia pneumonia
Handan Mısırlı, Hanife Erkal, Göksel Somay, Nuri Yaşar Erenoğlu
Pages 9 - 11
GİRİŞ ve AMAÇ: İskemik inme çok önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Son zamanlarda ateroskleroz fizyopatolojisinin aydınlatılması ile enfeksiyöz etyoloji önem kazanmıştır. Son yıllarda gram (-), intrasellüler yaşam siklusu olan ve yeni tanımlanan bir klamidya türü k. Pnömonya (TWAR), aterom plaklarında; mikroimmunofloresan (MİF), immunohistokimyasal (ICC), polimerase chain reaction (PCR) ve elektron mikroskobu ile gösterilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 62 iskemik inmeli hastada klamidya pnömonyaya karşı gelişen IgG tipi antikorların varlığı mikroimmunofloresan yöntemi ile araştırılmış herhangi bir vasküler şikayeti olmayan 60 kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: İskemik inme geçiren hastalarda IgG tipi antikorların varlığı kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde yüksek bulunmuştur (p<0.005). Hasta ve kontrol grubunda aterosklerotik risk faktörlerinin varlığı araştırılmış ve her iki grupta risk faktörleri ile klamidya pnömonyaya karşı gelişen IgG tipi antikorların varlığı açısından bir ilişki bulunmamıştır. Ayrıca hasta grubunda serebral lezyonun natürü ile klamidya pnömonyaya karşı gelişen IgG antikor varlığı arasında da anlamlı bir ilişki bulunmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu infeksiyonun inme üzerindeki etkileri için daha geniş epidemiolojik çalışmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: Ischemic stroke and its complications are remarkably associated with high mortality and morbidty rates. Recently, gaining further knowledge concerning the pathophysiology of atherosclerosis, infectious agents became of interest in the etiology of atherosclerosis. During the last decade the newly recognized, Gram (-), obligatory intracellular bacteria, chalamydia pneumoniae (TWAR), was encountered at the atheromatous plaques and has been detected by microimmunofluorescense (MIF), immunocytochemistry (ICC), polymerase chain reaction (PCR) and electron microscopy (EM).
METHODS: In this study we measured serum IgG antibody titers against chlamydia pneumoniae in patients with ischemic stroke by microimmunofluorecense and compared the seropositivity with the control group.
RESULTS: 62 patients with ischemic stroke and 60 cases without any vascular pathology were included into the study. There was statistical significance between patient and control group according to IgG seropositivity (p=0.0037). The presence of atherosclerotic risk factors at ischemic stroke group and control cases and their association with IgG type antibodies against chlamydia pneumoniae were not significant. Additionally association of IgG seropositivity with the nature of the cerebral lesions were not meaningful.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Further epidemiological studies of the effect of this infection on stroke are needed.

3.Biochemical and hystopathological effects of H1 receptor blocker, papaverine and nimodipin in experimental cerebral vasospasm
Aydın Pekince, Kayhan Kuzeyli, Ertuğrul Çakır, Haydar Usul, Gökalp Karaarslan, Süleyman Baykal, Abdulkadir Reis, Orhan Değer
Pages 13 - 18
GİRİŞ ve AMAÇ: Serebral vazospazm; subaraknoid kanma (SAK) sonucu gelişen önemli bir tablodur. Patogenezi hakkında bir çok görüş olmakla birlikte sıklıkla intrakranial anevrizma rüptürünü takiben; subaraknoid mesafeye geçen kandan açığa çıkan çeşitli vazoaktif maddelerin arteriel kas tabakasında oluşturduğu etki sonucu ortaya çıktığı görüşü kabul görmektedir
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada sıçanların sisterna magnalarına 0,1 cc otolog taze kan verilerek, baziller arterde vazospazm gelişmesi sağlanmış takiben; klinikte sık kullanılan kalsiyum kanal blokörleri ve papaverin ile H1 reseptör blokörü (Fenilamin maleat); infüzyonu yapılarak; bunların vazospastik baziller arter morfolojisi ile vazospazmda rol aldığı düşünülen kompleman ve immunglobulin düzeyleri üzerindeki etkileri, biyokimyasal ve histolojik olarak araştırılmıştır.
BULGULAR: Bu çalışmanın sonucunda, vazospazm oluşumunda inflamasyonun potent mediatörlerinden biri olan histaminin önemli rol oynadığı, histaminin bloke edilerek vazospazmın ortaya çıkışının veya mevcut vazospazmın tedavi edileceği düşünüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bunun başka çalışmalarla desteklenmesi gerekmektedir.
INTRODUCTION: Cerebral vasospasm is a serious condition occuring after subaracnoid hemorrhage (SAH).
Although a lot of hypothesis exist about its pathogenesis it’s thought that vasospasm occurs after aneurysmal subaracnoid hemorrhage by the effects of the vasoactive substances on arterial muscular wall.

METHODS: In this study vasospasm was produced by injecting 0,1 cc autolog fresh blood in to the cysterna magna of the rats.The effects of nimodipine, papaverin and phenylamin maleat on vasospastic basiller artery morphology were examined histopathologically, and the effects of these drugs on complement and immunglobulinlevels were examined biochemically.
RESULTS: In conclusion it was found that hystamine plays a important role in the pathogenesis of vasospasm and by blocking hystamine, the occurence of vasospasm can be prevented.
DISCUSSION AND CONCLUSION: But further investigations are mandatory.

4.İntravenous aspirin use in migraine attacks
Ömer Anlar, Temel Tombul, Mesude Kisli
Pages 19 - 21
GİRİŞ ve AMAÇ: Aspirin; en sık kullanılan etkin ve ucuz bir analjeziktir. Ülkemizde şimdiye kadar oral yolla verilmekte olan aspirin, son yıllarda migren ataklarında intravenöz (İV) olarak verilmiş ve iyi sonuçlar bildirilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada migren atağı nedeniyle acil servise başvuran 35 hastadan 23’üne 500 mg aspirin eş değerinde 900 mg Lysine-acetylsalicylate (LASA) İ.V ve 12 hastaya 6 mg sumatriptan subkutan (S.C) olarak verildi.
BULGULAR: Aspirin alan 23 hastanın 15’inde (%62.5) 4-15 dakika içinde migren ağrısı belirgin şekilde kayboldu. 4 hastada (%17.4) İ.V LASA orta derecede etkili oldu. 3 hastada (%13.1) ağrıda hafif bir azalma oldu. Bir hastada (%4.3) ağrıda hiç bir değişiklik olmadı. Sumatriptan alan hastaların 10’unda (%83) ağrılar, 30-120 dakika içinde büyük ölçüde azaldı. İki hastada (% 17) ağrı, iki saat geçmesine rağmen kaybolmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Migren krizinde I.V LASA hızlı etkisi ve maliyetinin yeni antimigrenöz ilaçlara nazaran çok daha düşük olması nedeniyle, bu ilaca karşı kontrendikasyon yoksa, rahatça kullanılabilecek bir tedavi yöntemi kabul edilebilir.
INTRODUCTION: Aspirin is an efficient and cheap analgesic drug, which is used frequently. It is given orally in our country up to date. Use of aspirin intravenously in migraine headache has recently been tried and satisfying results were reported.
METHODS: Thirty-five patients with migraine attacks were admitted to emergency service. Twenty-three patients were treated by 900 mg Lysine acetylsalicylate (LASA)-equivalent of 500 mg aspirin intravenously (I.V). Twelve patients were treated by subcutaneous (S.C) injection of 6 mg sumatriptan.
RESULTS: In the patients treated with LASA, the headache relieved clearly in 15 (62.5%) within 4-15 minutes. A moderate pain relief was obtained in 4 patients (17.4%) and there was slight improvement headache in 3 patients (13.1%). There was no response in one patient (4.3%). The pain was disappeared within 30-120 minutes in ten patients (83%) who were treated by sumatriptan. Sumatriptan was not beneficial in two patients (17%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Because of its rapid action and low cost, LASA I.V can be accepted as an effective therapy in migraine attacks treatment.

5.Physiopathological value of interleukin-6 in the patients with primary intracerebral haemorrhage
Alper Döner, Pınar Çe, Şükran Köse, Muhteşem Gedizlioğlu
Pages 23 - 26
GİRİŞ ve AMAÇ: Serebral iskemiye bağlı beyin hasarı oluşumunda, proinflamatuvar sitokinlerin (tümör nekrosis faktör-α, interlökin-1β, interlökin-6) rolü üzerine birçok çalışma yapılmıştır. Ancak insanlarda primer intraserebral kanamada (PİK) beyin hasarı oluşumunda inflamatuvar sürecin rolü henüz aydınlatılmamıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu amaçla PİK’lı 44 hastada, kanamanın 1 ve 4. günlerinde İL-6 düzeylerini ölçtük. Bu düzeyleri sağlıklı 30 bireyin İL-6 düzeyleri ile kıyasladık.
BULGULAR: 1. gün hasta grubunda İL-6 düzeyi ortalama; 250.51 ± 132.39 pg/ml kontrol grubunda ise ortalama; 85.43 ± 74.01 pg/ml idi. İki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p < 0.001). 4. gün hasta grubunun İL-6 düzeyi ortalama 160.63 ± 110.14 pg/ml, kontrol grubunun ise ortalama; 85.43 ± 74.01 pg/ml idi. Yine iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p<0.001). Yalnızca hasta grubunun 1. ve 4. gün İL-6 düzeylerini karşılaştırdığımızda ise bu iki gün arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p<0.001). Bu istatistiksel verilere göre PİK’larda İL-6 1. günde artmakta ve daha sonra giderek düşse de 4. günün sonunda normal sınırlarına dönmemektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak bu çalışma, PİK’larda İL-6’nın anlamlı oranda arttığını göstermiştir. Bu sonuç, kanama çevresinde oluşan beyin hasarında, beyin ödeminde proinflamatuvar sitokinlerin rolü olabileceği hipotezini destekleyebilir ancak bu konuda daha fazla çalışmaya gerek vardır.
INTRODUCTION: There are many reports on the role of proinflammatory cytokines (tumor necrosis factor-α, interleukin 1β, interleukin-6) on brain injury due to cerebral ischemia. However, the role of inflammatory process on the brain injury due to primary intracerebral hemorrhage (PIH) is not properly explained.
METHODS: With this aim, we analysed interleukin-6 (IL-6) levels of 44 patients with PIH on the first day and 4th day and compared them to the IL-6 levels of 30 healthy subjects.
RESULTS: On the first day; mean IL-6 level of the patient group was 250.51 ± 132.39 pg/ml, and mean IL-6 level of the control group was 85.43 ± 74.01 pg/ml. There was statistical difference between the two groups (p < 0.001). On the 4th day; mean IL-6 levels of the patient group was 160.63 ± 110.14 pg/ml, and mean IL-6 levels of the control group was 85.43 ± 74.01 pg/ml. There was statistical difference between the two groups (p<0.001). When we compared the patients’ IL-6 levels on the first day to the levels on the 4th day, again there was statistical difference (p < 0.001). According to these statistical datas; on the first day of PIH, IL-6 level increases and then starts to fall down, but on the 4th day it is still comparably high. In conclusion, the study showed that there is meaningful increase on IL-6 levels of the patients with PIH, in the earliest phase of the event.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This result may support the hypothesis of the role of proinflammatory cytokines on the brain injury and for developing brain edema around the periphery of the intracerebral hemorrhage but precise conclusion more detailed studies are needed.

6.Upper limb somatosensory evoked potentials as a predictor of rehabilitation progress in stroke patients
Ferhan Soyuer, Hülya Kayıhan, Abdullah Talasoğlu, Ali Soyuer
Pages 37 - 31
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, ilk kez stroke geçiren spesifik bir hasta grubunda, üst ekstremite somatosensoriyel uyarılma potansiyellerinin progresyondaki, belirleyici yönünün gösterilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza, yatmakta olan, ilk kez serebral infarkt geçirmiş, akut strok’lu 21 yetişkin (11 kadın, 10 erkek; yaş ortalamaları 57.1±10.2 yıl) olgu, kontrol grubu olarak da 21 sağlıklı kişi (9 kadın, 12 erkek; yaş ortalamaları 54.4± 9.4 yıl) alınmıştır.
Hasta grubu, motor (motricity indeksi), fokal yetersizlik (frenchay kol test ve dokuz delikli çivi test), spastisite (Ashworth skalası), duyu-algı-motor bütünlüğü (görsel, somatoduyu algıları ve motor performans), fonksiyonel düzey (fonksiyonel bağımsızlık ölçümü) ve her iki üst ekstremiteden yapılan, median sinir somatosensoriyel uyarılma potansiyelleri (SUP) ile stroke sonrası ilk hafta içerisinde ve 3 ay sonrasında değerlendirilmişlerdir. Kontrol grubuna ise, SUP yapılmıştır. Hasta grubundaki olgulara haftada 5 gün toplam 3 hafta, konvensiyonel fizyoterapi ve Bobath tedavi yaklaşımlı nörofizyolojik fizyoterapi uygulanmıştır.
BULGULAR: Çalışmanın sonucunda, her iki değerlendirme dönemindeki değerler arasındaki fark iyileşme yönünde istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p< 0.05). SUP’lerinin farklı komponentleri ile motor, fokal yetersizlik, fonksiyonel bağımsızlık ölçümü ve duyu-algı-motor bütünlüğü gibi fonksiyonlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p<0.05). Normal SUP’lerin fonksiyonel iyileşmeyle, önemli oranda ilişkili olduğu görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma, strok’lu olgularda SUP’lerinin faydalı bir prognostik araç olduğunu göstermiştir. SUP’lerinin duyu yollarının daha objektif bir ölçümünü sağlayabilmesi ve özellikle, disfazi, dikkat güçlüğü olan ve şuur seviyesi düşük hastalarda kullanım değeri olduğu görülmüştür. Bunun yanında nörolojik bozukluğun ciddiyeti ile korele olmuştur. Fakat etkilenmenin seviyesini göstermede yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle fizyoterapi değerlendirmeleri halen fonksiyonel seviyeyi belirlemede önemli görülmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this was to determine the predictive yield of upper limb somatosensory evoked potential in a specific population of patients with first stroke.
METHODS: Twenty one adult with acute stroke patients suffering from their first stroke (cerebral infarction) (11 women, 10 men; mean age 57.1± 10.2 years) who were hospitalized at the department of Neurology were included in the study. We compared our findings with the finding of 21 healthy persons (9 women, 12 men; mean age 54.4±9.4 years).
Motor ability (motricity index), focal disability (frenchay arm test and nine hole peg test), activities of daily living (functional independence measure), Ayres sensory integration (visual, somatosensory perceptions and motor performance), spasticity (ashworth scale) and bilateral somatosensory evoked potentials (SEP) to stimulation of median nerve were evaluated in all patients with the first week and 3 months after stroke onset.SEPs were also evaluated in control groups. Patients in study groups were treated with conventional physiotherapy and neurophychological physiotherapy with Bobath’s concepts, 5 days per week, totally 3 weeks.

RESULTS: As a result of this study, significant improvement between the first and the second examinations was found (p<0.05). The relationship between different components of somatosensory evoked potentials and other functions such as motor, focal, functional independence, sensory integration were statistically significant (p<0.05). Normal SEP correlated highly with a good functional outcome.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study showed that SEP studies are a very useful prognostic tool in patients with cerebrovascular accident. SEP can provide a more objective measure of sensory patways and are particularly useful in patients with dysphasia, inattention or a decreased level of consciousness. However, SEP correlates well with the severity of the neurological deficits, but it does not predict the degree of improvement over time. SEP has only limited prognostic value, and physical therapy assessments are still an important tool for functional status.

REVIEW
7.Carotid endarterectomy
Atilla Özcan Özdemir, Gazi Özdemir
Pages 39 - 43
Son yıllarda karotis stenozlarında, karotis endarterektomi yapılan vaka sayısı artmaktadır. Özellikle geniş vakalı çok merkezli çalışmalar olan NASCET ve ECST'ye göre %50 üstü aterosklerotik karotis stenozlarında karotis endarterektomi önerilse de %70 ve üstü stenozu olan hastalar cerrahi tedaviden medikal tedaviye göre strok riskini azaltmak açısından daha yarar görürler. Strok riskini ve cerrahinin getirdiği riski hesaba katarak kişinin risk faktörlerine göre %60'den fazla karotis darlığı olan asemptomatik vakalarda cerrahi kararı vermek önerilmektedir.
In recent years, there is increasing number of carotid endarterectomies. According to NASCET and ECST, the degree of stenosis above 50% is beneficial for surgery but benefit in 50-69% stenosis is substantially less than those 70% stenosis and greater. It is relevant to identify highest risk groups, operative complications for the reccomedation of carotid endarterectomy in more than 60% asymptomatic carotid stenosis.

LETTER TO EDITOR
8.The cactus shaped bifrontal hematoma
Süleyman Kutluhan, Galip Akhan, Betül Zantur, Hasan Rıfat Koyuncuoğlu
Page 45
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale