ISSN 1301-1375 | e-ISSN 2146-9113
Volume : 17 Issue : 2 Year : 2024


Türk Beyin Damar Hastalıkları Dergisi - Türk Beyin Damar Hast Derg: 17 (2)
Cilt: 17  Sayı: 2 - Ağustos 2011
TEMEL BILGILER
1.
Laküner infarktlar ve laküner sendromlar
Lacunar infarcts and lacunar syndromes
Ali Kemal Erdemoğlu, Eser Başak Sevgi
doi: 10.5505/tbdhd.2011.25744  Sayfalar 37 - 48
Laküner infarktlar, perforan arterlerin oklüzyonu sonucu gelişen küçük derin infarktlar tüm iskemik inmelerin yaklaşık %25’ini oluştururlar. Laküner infarktlı hastalar genellikle Klasik Laküner Sendromlarla (Saf Motor İnme, Saf Duyusal İnme, Mikst Sensorimotor İnme, Ataksik Hemiparezi, Dizartri/Beceriksiz El Sendromu) ve daha az olarak atipik
laküner sendromlarla ortaya çıkarlar. Laküner infarktların erken dönem prognozları, diğer iskemik inme alt tipleri ile karşılaştırıldığında gerek boyutlarının küçük olması, gerekse kliniklerinin hafif olması nedeniyle daha iyidir. Ancak uzun dönemde genellikle kardiyovasküler nedenlere bağlı olarak artmış mortalite, inme rekürrensi riskinde artışla diğer inme tiplerine benzerlik gösterirler ve ilerleyen dönemlerde kognitif düzeyde azalmada ilerleme ve demans riski vardır. Laküner inme için hipertansiyon ve diabetes mellitus birer majör risk faktörleri olsa da diğer potansiyel risk faktörlerinin belirlenmelidir. Risk faktörlerinin modifikasyonu, antiplatelet ve sıkı kan basıncı kontrolu ile birlikte antihipertansif ilaçların kullanımı laküner inmenin tedavi girişiminde önemlidir.
Lacunar infarcts, small deep infarcts that result from occlusion of a penetrating artery, account for about a quarter of all ischemic strokes. Patients with a lacunar infarct usually present with a classical lacunar syndrome (pure motor hemiparesis, pure sensory syndrome, sensorimotor stroke, ataxic hemiparesis or dysarthria–clumsy hand) and, less frequently, an atypical lacunar syndrome. These infarcts have commonly been regarded as benign vascular lesions with a favorable short-term prognosis comparing with other ischemic stroke subtypes. However, there is an increased risk of mortality mainly from
cardiovascular causes, stroke recurrence which is similar to that for most other types of stroke, and patients have an increased risk of developing cognitive decline and dementia in long term. Although hypertension and diabetes mellitus are major risk factors for lacunar stroke, the other potential risk factors should be determined. Risk-factor modifications, antiplatelet and antihypertensive drugs with strict blood pressure are likely to play a major part of therapeutic interventions of lacunar stroke.

LITERATÜR ÖZETLERI
2.
Akut iskemik inmede son yaklaşımlar
Recent approaches in acute ischemic stroke
Selim Kayacı, Erdem Gürkaş, Şule Bilen, Gıyas Ayberk, Faik Özveren
doi: 10.5505/tbdhd.2011.25743  Sayfalar 49 - 54
Günümüzdeki teknolojik gelişmelere bağlı olarak beyin iskemisine yaklaşımda yeni yöntemler kullanılmaya başlanmıştır. Bu yöntemleri akut dönemde yapılan müdahaleler ve iskemiyi önlemeye yönelik teknikler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Bu yazıda akut iskemik inmede tüm Dünya’da kullanılmaya başlanılan intraarteryel tromboliz, mekanik trombektomi ve intrakranyal anjioplasti ile stentleme teknikleri hakkında bilgi verilmektedir. Nöroendovasküler tedavi adı altında toplanan bu işlemler indirekt bir ameliyat olup nöroloji, nöroşirürji ve radyoloji uzmanlıklarının birlikte çalışmalarını gerektirmektedir. Bu nedenle yakın gelecekte yalnızca inme ile ilgilenen hibrid bir dalın oluşması olasıdır.
Recent technological developments caused new methods of techniques in the treatment of brain ischemia. These methods could be categorized into two types as acute stage interventions and preventive techniques for development of ischemia. In this report, intraarterial thrombolysis, mechanical thrombectomy, intracranial angioplasty and stenting techniques were being described, which were started to be used in the world. These interventions are indirect surgery, subspecialised as neuroendovascular therapy, and require the neurologists, neurosurgeons and radiologists to work as a team. Therefore, it is possible to establish a new hybride branch caring for only stroke patients in the near future.

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
3.
Akut iskemik inmede orta serebral arter pulsatilite indeksi ile prognoz ilişkisi
The association between middle cerebral artery pulsatility index and prognosis in acute ischemic stroke
Mehmet Baydemir, Nevzat Uzuner
doi: 10.5505/tbdhd.2011.55265  Sayfalar 55 - 61
AMAÇ: Bu çalışmada amaç; basit, ucuz, girişimsel olmayan, tekrarlanabilen, yatak başı uygulanabilen bir tetkik olan transkraniyal Doppler ile orta serebral arter alanında akut iskemisi olan hastalarda orta serebral arter kan akım parametrelerinin, akut, subakut ve kronik dönemdeki prognoz ile ilişkili olup olmadığını araştırmaktı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya orta serebral arter alanında akut iskemisi olan, semptom başlangıcından sonraki ilk 12 saat içinde hastanemize başvuran ve çalışmaya alınma kriterlerini dolduran 26 hasta dahil edildi. Hastalara akut dönemde transkraniyal Doppler yapılarak orta serebral arter kan akım parametrelerine bakıldı. Ayrıca hastalara akut, subakut ve
kronik dönemde detaylı nörolojik muayene yapılarak hastaların GKS, NIHSS ve modifiye RANKIN değerleri belirlendi.
BULGULAR: Hastalara akut dönemde transkraniyal Doppler ortalama 6.0±2.9 saatte yapıldı. Hastaların akut dönemde yapılan transkraniyal Doppler’inde orta serebral arter kan akım hızı parametrelerine bakıldığında; lezyon tarafında ölçülen pulsatilite indeksi 1.5±0.8 idi. Hastalara akut dönemde yapılan detaylı nörolojik muayene sonucunda, geliş GKS’leri ortalama 13.2±2.4 ve geliş NIHSS skorları ortalama 10.9±6.3 idi. Subakut dönemde yapılan değerlendirmede NIHSS ve mRANKIN değerleri sırasıyla 11.5±10.1 ve 3.1±2.0 idi. Kronik dönemde yapılan kontrollerindeki nörolojik muayenelerinde de ortalama NIHSS değerleri 9.9±12.2 ve ortalama mRANKIN değerleri ise 2.4±2.4 bulundu. Akut
dönemde lezyon tarafında ölçülen pulsatilite indeksi ile geliş GKS değeri arasında anlamlı negatif ilişki (p=0.009) geliş NIHSS değeri ile anlamlı pozitif ilişki saptandı (p=0.001). Ayrıca, akut dönemde lezyon tarafında ölçülen pulsatilite indeksi ile subakut ve kronik dönemdeki NIHSS değerleri (sırasıyla p=0,009 ve p=0,013) ile mRANKIN değerleri
(sırasıyla P=0,035 ve p=0,049) arasında anlamlı pozitif ilişki saptandı.
SONUÇ: Bu çalışmada, akut iskemik inmede basit bir inceleme yöntemi olan transkraniyal Doppler ile ölçülen kan akım parametreleri içerisinde, ölçüm zaaflarından etkilenmeyen bir indeks olan pulsatilite indeksinin ölçümü ile akut, subakut ve kronik dönem hastalık gidişatı hakkında önemli bilgiler edinilebileceği sonucuna varılmıştır.
OBJECTIVE: We aimed to investigate whether there is an association between blood flow parameters of middle cerebral artery measured with transcranial Doppler which is an easy, low-cost, noninvasive, repeatable and bedside applicable examination and prognosis during acute, subacute and chronic periods in patients with acute ischemia on middle cerebral artery territory.
METHODS: Twenty-six patients with acute ischemia on middle cerebral artery territory, applied
within first 12 hours after start of symptom and meet the study criteria were included. The middle cerebral artery blood flow parameters were measured with transcranial Doppler during acute period. Also, stroke severity and prognosis were determined on detailed neurologic examination with GCS, NIHSS and mRANKIN values during acute, subacute and chronic periods. Data of 26 patients were analyzed in this study.
RESULTS: Transcranial Doppler was performed within mean 6.0±2.9 hours during acute period. When we look at blood flow velocity parameters with transcranial Doppler during acute period, pulsatility index on the lesion side was 1.5±0.8. Based on the detailed neurologic examination during acute period, mean arrival GCS was 13.2±2.4 and mean arrival NIHSS was 10.9±6.3. Mean NIHSS and mRS were found 11.5±10.1 and 3.1±2.0 on neurological examination during subacute period, respectively. Mean NIHSS and mRS were found 9.9±12.2 and 2.4±2.4 on neurological examination during chronic period, respectively. There were significantly negative association between pulsatility index measured at the side of lesion during acute period and arrival GCS (p=0.009) and significantly positive association between pulsatility index and arrival NIHSS (p=0.001). In addition, significant positive associations were found between the pulsatility index
on the side of lesion during acute period with NIHSS (p=0,009 ve p=0,013, respectively) and mRANKIN (P=0,035 ve p=0,049, respectively) values measured during subacute and chronic periods.
CONCLUSION: In this study, we concluded that important information about prognosis on acute, subacute and chronic periods can be obtained with pulsatility index measurement which is not affected by measuring fondness among the blood flow parameters measured with transcranial Doppler that as a simple examination method on acute stroke.

4.
Spontan intraserebral kanama sonrası hastane içi mortalitenin tek öngörücüsü olarak hematom hacmi
Hematoma volume as a sole predictor of in-hospital mortality following spontaneous intracerebral
Özlem Kayım Yıldız, Ethem Murat Arsava, Erhan Akpınar, Mehmet Akif Topçuoğlu
doi: 10.5505/tbdhd.2011.29392  Sayfalar 63 - 66
AMAÇ: İntraserebral kanama (İSK) sonrası sonlanımın en önemli öngörücüsü hematom hacmidir. İSK sonrası kötü sonlanımı olan hastaları belirlemek için bir çok öngörücü model geliştirilmiştir. Bu modellerin yalnızca hematom hacmine dayalı öngörüden daha üstün olup olmadıkları bilinmemektedir. Bu çalışmada, hematom hacmi ve yaygın olarak kullanılan iki prognostik modelin, İSK skalası ve İSK derecelendirme skalasının (İSK-DS) İSK tanılı hastalarda hastane içi mortalitenin belirlenmesindeki öngörücülüğünü değerlendirdik.
YÖNTEMLER: Semptom başlangıcından sonraki 24 saat içerisinde bilgisayarlı beyin tomografisi çekilen İSK tanılı ardışık hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Hematom hacmi ABC/2 yöntemi ile hesaplanmıştır. Her bir hastanın İSK skalası ve İSK-DS puanları belirlenmiştir. Sonlanım ölçütü olarak hastane içi mortalite esas alınmıştır. Hematom hacmi modeli, İSK skalası modeli ve İSK-DS modelinin öngörücülüğü ROC eğrisi altında kalan alanların hesaplanması ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 193 hastanın (116 erkek, 77 kadın, ortalama yaş 66±13 yıl) 75’i (%39) hospitalizasyon sırasında ölmüştür. Mortaliteyi öngörmek amacıyla geliştirilen prognostik modellerden elde edilen ROC eğrisi altında kalan alan hematom hacmi için 0.761 (%95 güvenirlik aralığı (GA): 0.694-0.819), İSK skalası skoru için 0.797 (%95GA: 0.733-0.852) ve İSK-GS skoru için 0.784 (%95GA: 0.719-0.840) idi (p>0.05). Öte yandan, mortalite için pozitif öngörücü değerin %100 olduğu en küçük hematom hacmi 130 mL idi.
SONUÇ: İSK hastalarında hastane içi mortalitenin öngörülmesinde hematom hacmi diğer prognostik modellerden daha az değerli değildir.
OBJECTIVE: Hematoma volume is the most important predictor of outcome following intracerebral hemorrhage (ICH). A number of predictive models have been developed to identify patients with unfavorable prognosis after ICH. It is not known whether they are superior to predictions based solely on hematoma volume. In this study we assessed the predictive accuracy of hematoma volume and two widely used prognostic models - ICH scale and ICH grading scale (ICH-GS) – in determining in-hospital mortality in patients with ICH.
METHODS: A consecutive series of patients with ICH and cranial computed tomography imaging within 24 hours of symptom onset were included into the study. Hematoma volume was calculated by using the ABC/2 method. ICH scale and ICH-GS scores of each patient were determined. The outcome variable was in-hospital mortality. The overall predictive
ability of hematoma volume, ICH scale and ICH-GS were assessed by computing the area under the receiver-operating characteristic curves (AUC).
RESULTS: Among a total of 193 (116 male, 77 female, mean age 66±13 years) patients included in the study, 75 (39%) died during hospitalization. The AUC was 0.761 (95%CI: 0.694-0.819) for hematoma volume, 0.797 (95%CI: 0.733-0.852) for ICH score and 0.784 (95%CI: 0.719-0.840) for ICH-GS (p>0.05). On the other hand the smallest hematoma volume at which the positive predictive value for mortality was 100% was 130 mL.
CONCLUSION: Hematoma volume, by itself, is not inferior to other prognostic models in predicting in-hospital mortality in patients with ICH.

OLGU BILDIRILERI
5.
Nadir görülen bir subklaviyan çalma varyantı
A rare subclavian steal variant
Gülnur Tekgöl Uzuner, Alper Yurdasiper, Serdar Akyüz
doi: 10.5505/tbdhd.2011.58066  Sayfalar 67 - 68
Subklavian steal sendromu proksimal subklavian arterin ileri derecede stenozu veya oklüzyonu sonucu ipsilateral vertebral arterde kan akımının azalması veya tersine dönmesi sonrası ortaya çıkan klinik tablodur. Biz burada karotis externadan kendiliğinden kan akımının sağlandığı bir subklavian steal sendromu sunduk. Kollateral dolaşım normal
şekilde sağlandığı için hastanın mevcut nörolojik durumu ile ilişkilendirilmedi. Ana karotid arterde ileri bir darlık ya da tıkanıklık olması durumunda hastada çalma fenomenine ait bulgular beklenmelidir. Semptomatik hastaların tedavisinde uygulanan geleneksel cerrahi girişim, subklaviyan arterdeki trombusun temizlenmesi yanı sıra karotis ile subklaviyan
arter arasında by-pass uygulanmasıdır. Bizim olgumuz, kendiliğinden böyle bir by-pass olması nedeniyle bu tedavinin gerekmediği, nadir görülen bir varyasyon olarak değerlendirildi.
Subclavian steal syndrome is a clinical feature displayed because of decrease or reversion of blood flow in ipsilateral vertebral artery due to severe stenosis or occlusion of proximal subclavian artery. We reported a subclavian steal syndrome which blood flow is spontaneously supplied from external carotid artery. Since collateral circulation was
supplied, it was not associated with patient’s present neurological condition. Evidence regarding steal phenomenon should be expected when there is high grade stenosis or occlusion in main carotid artery. Conventional surgery which is applied for the treatment of symptomatic patients is a by-pass application between carotid and subclavian artery as
well as cleanse of thrombus in subclavian artery. Our case was evaluated as a rarely seen variation that not required such treatment because of the spontaneous presence of by-pass.

6.
Olgu Sunumu; Tekrarlayan Primer İntraserebral Kanamalı Genç Olguda Rastlantısal Dev Serebral Anevrizma Varlığı
Accidental Giant Cerebral Aneurysm in A Case With Recurrent Primary Intracerebral Hemorrhage: Case Report
Eda Kılıç Çoban, Fatma Münevver Gökyiğit
doi: 10.5505/tbdhd.2011.38258  Sayfalar 69 - 72
İntraserebral kanamalar tüm inme olgularının yaklaşık % 10’nunu oluşturur. Gençlerde başka risk faktörleri zaman zaman öne çıksa da yine de hipertansiyon en sık intraserebral hematom nedenidir. Hipertansif intraserebral kanama öyküsü olan hastalarda tekrarlayan hemorajik inme insidansı yılda % 2.4 tür ve bu kanamaların tipi ile ilgili detaylandırılmış çalışmalar bulunmamaktadır. Bu hastalarda az olmayan oranlarda rüptüre olmamış anevrizmalar tespit edilmiştir. 44 yaşında 6 ay önce sol talamik hematom öyküsü olan hipertansif kadın hasta, acil polikliniğimize ani gelişen konuşma bozukluğu ile başvurdu. Nörolojik muayenesinde sekel bulgularına ek olarak ileri dizartrisi, vertikal bakış kısıtlılığı ve sol hemihipoestezisi mevcuttu. Kranyal tomografisinde Grade 2B sağ talamik hematom tespit edildi. Hastanın 19 yıldır kontrolsüz giden renal hipertansiyonu mevcuttu. Kontrol görüntülemelerinde sağ kavernöz sinüste şüpheli bir hipodansite görülmesi üzerine beyin MR yapıldı. Aynı bölgede sağ internal karotis arterden kaynaklandığı düşünülen anevrizmatik bir dilatasyon tespit edildi. Hastaya DSA yapıldı. Sağ ICA kavernöz segmentten kaynaklanan 15x12 mm boyutlarında dev anevrizma tespit edildi. Sonuç olarak, genç hastalarda da intraserebral kanamaların en sık nedeni halen hipertansiyondur. Primer intraserebral hematomlu olgularda invaziv olması nedeni ile serebral anjiografi rutin olarak tavsiye edilmemektedir. Ancak bu tür hastalarda yapılan incelemelerde rastlantısal olarak saptanan rüptüre olmamış serebral anevrizmalar da nadir değildir. Özellikle literatürde genç kadın hastalarda bu tür anevrizmalar sık gözlenmiştir. Biz olgumuzu sunarak, altta rüptüre olmamış dev anevrizmalar da olsa, hala hipertansiyonun en sık kanama nedeni olduğunu, ayrıca genç kadın hastalarda kanamaya neden olabilecek vasküler malformasyonların da nadir olmayarak eşlik ettiğini hatırlatmak istedik.
Intracerebral hematomas are % 10 of all strokes.Although there are many risc factors causing cerebral hematomas in young population, hypertension is still the major risc factor of all. The incidance of recurrent hemorrhagic stroke is % 2.4 per year in patients with intracerebral hematomas. There are no studies about the types of following hemorrhagic strokes and unruptured cerebral aneurisms are found in these patients.
44 years old hypertensive woman was admitted to our emergency department with speech disturbance. She had a history of left thalamic hematoma 6 mounths ago. In her neurological examination, she had dysarthria, vertical gaze disturbance and left hemihypoestesia. There was acute Grade 2B thalamic hematoma in her cranial tomography. She had uncontrolled renal hypertension for about 19 years. In her control tomographies there was a suspicious hypodensity in right cavernous sinuse, so cranial MRI and DSA were performed and an unruptured ICA aneurism was seen. In conclusion, hypertension is still the major risc factor for intracerebral hematomas in young population. Cerebral angiography is not routinely performed in primary intracerebral hematomas but in these patients not rarely unruptured aneurisms were found. Especially in literature, they were seen in young females.By our presentation we aimed to remember that although there are huge unruptured aneurisms are present, hypertension is still the major risc factor of intracerebral hematomas and vascular malformations can also exist in primary cerebral hematomas especially in young female patients.

7.
Bir nörobruselloz olgusu
A case of neurobrucellosis
Esra Okuyucu, Serkan Yılmazer, Havva Özlem Dede, İsmet Melek, Taşkın Duman
doi: 10.5505/tbdhd.2011.98698  Sayfalar 73 - 76
Brusella, klinik önemi morbiditesinin ağırlığından ve pek çok farklı klinik formda ortaya çıkabilmesinden kaynaklanan bulaşıcı bir hastalıktır. Nörobruselloz; kranial sinir patolojileri, optik staz, menenjit, myelit, radikulopati, periferik nöropati tabloları görülebilir ya da klinik tablo değişik kombinasyonlarla şekillenebilir. Olgumuzun, 69 yaşında bayan hasta, şikayetleri 3 yıl önce bel ağrısı ile başlamış. Son 1 yıldır ayakta desteksiz duramamaktaydı. Kranial MRI’da bilateral periventriküler beyaz cevherde kronik iskemik değişiklikler, sağ serebellar hemisferde ansefalomalezik alan saptandı.
Hastanın tanıya yönelik araştırmalarında Brusella tüp agglütinasyon 1/160 (+) olarak bulundu. Nörobruselloza yönelik tedavi sonucunda klinik düzelme gözlemlendi. Nörobruselloz, farklı klinik formlarda kendini gösterebilen bir çok durumun ayırıcı tanısında dikkate alınması gereken bir klinik tablodur.
Causing serious morbidities and having so many different clinic formes are the clinical importances of brucellosis, which is a zoonotic infections. Neurobrucellosis, can appear with cranial nerve pathologies, optic stasis, menengitis, myelitis, radiculopathy, periferic neuropathy etc. The case is the woman who is 69 years old. Her complaints began as
lumbar pain 3 years ago. She has not been able to stand unaided for a year. In the periventricular white matter chronic ischemic lessions, and in the right serebellar hemisfer an encephalomalasia were determined in the kranial MRI. Brucella
tube agglitunation was 1/160(+). Clinic remission observed after neurobrucellosis treatment. The neurobrucellosis is a manifestation that can appear in a lot of different clinic formes; and it requires attention in the differential diagnoastics of several diseases.

LookUs & Online Makale
w