ISSN 1301-1375 | e-ISSN 2146-9113
Volume : 27 Issue : 3 Year : 2024


Türk Beyin Damar Hastalıkları Dergisi - Türk Beyin Damar Hast Derg: 27 (3)
Cilt: 27  Sayı: 3 - Aralık 2021
1.
Kapak
Cover

Sayfalar I - VI

DERLEME
2.
İskemik inmenin gizemli fenomeni: No-reflow
The mysterious phenomenon of ischemic stroke: No-reflow
Gökçe Gürler, Kadir Oğuzhan Soylu, Müge Yemişci
doi: 10.5505/tbdhd.2021.83435  Sayfalar 179 - 190
İskemik inme sonrası tıkanan büyük damarın geri açılmasına dayanan rekanalizasyon tedavileri günümüzdeki tek tedavi seçeneğidir ve klinik fonksiyonu iyileştirmede önemli ilerlemeler sağlamıştır. Ancak rekanalizasyon sağlanması her zaman doku sağ kalımı ve olumlu fonksiyonel iyileşme ile sonlanmamaktadır. Bu uyumsuzluğun altında yatan çeşitli nedenlerden bir tanesi “no-reflow” fenomenidir. Bu terim ilk olarak kardiyoloji literatüründe rekanalizasyon sağlanmasına rağmen parankimal dokuda reperfüzyon sağlanamaması durumunu tarif etmek için kullanılmıştır. Takip eden dönemde deneysel iskemik inme modellerinde, tıkalı büyük damarların açılmasına karşın kan akımının mikrodolaşım düzeyinde düzelmemesi ile seyreden benzer bir sürecin varlığı kanıtlanmıştır. Uzun yıllardır deneysel çalışmalarda varlığı bilinen ancak patofizyolojisi tam olarak aydınlatılamayan bu fenomenin nedenlerinden bazıları kan elemanlarının aggregasyonu, kan vizkositesinde artma, nörovasküler ünite hücrelerinden perisitlerin kasılarak mikrodamarları daraltması, inflamatuar süreçlerin aktifleşmesidir. Bu fenomen, rekanalizasyon tedavilerinin başarısının istenen düzeyde olamamasına neden olduğundan özellikle klinik çalışmalarla patofizyolojisinin tam olarak aydınlatılması gereklidir. İskemik inmede rekanalizayon tedavisi yanında reperfüzyonu iyileştirmeye yönelik kokteyl tedavileri “no-reflow’’ fenomenini önleyebilir.
Recanalization therapies based on reopening of the occluded great vessel after ischemic stroke are the only treatment options available today and have made significant advances in improving clinical function. However, providing recanalization does not always result in tissue survival and positive functional recovery. One of the various reasons underlying this incompatibility is the "no-reflow" phenomenon. This term was first used in the cardiology literature to describe the situation in which parenchymal tissue reperfusion was not achieved despite recanalization. In the following period, the existence of a similar process in experimental ischemic stroke models, in which the blood flow did not improve at the microcirculation level despite the opening of the occluded great vessels, was proven. Some of the causes of this phenomenon, which has been known in experimental studies for many years but whose pathophysiology has not been fully elucidated, are the aggregation of blood elements, increase in blood viscosity, contraction of pericytes -a component of neurovascular unit, narrowing of microvessels, and activation of inflammatory processes. Since this phenomenon causes the success of recanalization treatments not to be at the desired level, its pathophysiology should be fully elucidated, especially through clinical studies. Cocktail therapies to improve reperfusion besides recanalization therapy in ischemic stroke can prevent the "no-reflow" phenomenon.

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
3.
Hipertrigliseridemi ve hipotrigliseridemi akut iskemik inmede prognozu nasıl etkiler ve prevalansı nedir?
How do hypertriglyceridemia and hypotriglyceridemia affect prognosis in acute ischemic stroke and what is their prevalence?
Zeynep Ziroğlu, Mine Hayriye Sorgun, Elif Fatma Taban, Sabiha Tezcan Aydemir, Hafize Çotur Levent, Çağrı Ulukan, Sefer Rzayev, Müge Kuzu Kumcu, Volkan Yılmaz, İnci Şule Özer, Anwar Rawandi, Canan Togay Işıkay
doi: 10.5505/tbdhd.2021.23590  Sayfalar 191 - 199
GİRİŞ ve AMAÇ: Kardiyovasküler hastalıkların trigliserid düzeyi ile ilişkisini araştıran bir çok çalışma mevcuttur ve hipertrigliserideminin riski bağımsız olarak belirgin düzeyde artırdığı gösterilmiştir. Biz bu çalışmada benzer bir ilişkinin inme için var olup olmadığını göstermek istedik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Akut iskemik inmeli 619 hastanın verileri değerlendirildi. Demografik veriler, risk faktörleri, başvuru sırasındaki hemoglobin düzeyi, trombosit sayısı ve C reaktif protein düzeyi ve ilk değerlendirmedeki NIH İnme Ölçeği( National Institutes of Health Stroke Scale ) puanları kayıt altına alındı. Ayrıca hastanede ölüm, tekrarlayan inme ve takiplerdeki modifiye Rankin Ölçeği (mRS) puanları veritabanına kayıt edildi.
BULGULAR: Toplamda 182 hastanın(32.3%) [104 erkek (57.1%) ve 78 kadın (42.9%); ortalama yaş 64.5 ± 12.01 yıl] hipertrigliseridemisi vardı. Diğer yandan ise 25 hastanın (4.4%) (12 erkek (48%) ve 13 kadın (52%); ortalama yaş 70.9 ± 17.4 years) verileri hipotrigliseridemi ile uyumlu idi. Logistik regresyon analizinde sadece diabetes mellitus (DM) akut iskemik inmeli hastalardaki hipertrigliseridemi durumu ile belirgin ilişkili bulundu (P<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hipertrigliseridemi bizim merkezimizde akut iskemik inmelerin 32.3% sinde görüldü. Diğer taraftan hipotrigliseridemi için bu oran 4.4% olarak saptandı. Hipertrigliseridemi veya hipotrigliserideminin olmasının inme şiddeti ve prognozuna etkisi olmadığı görüldü. Edinilen bilgiler ışığında hipertrigliseridemisi olan akut iskemik inmeli olgularda DM major risk faktörü gibi görünmektedir.
INTRODUCTION: Many studies are examining the relationship between cardiovascular diseases and triglyceride levels, and it has been shown that hypertriglyceridemia significantly increases the risk independently. In this study, we wanted to investigate whether there is a similar relationship for stroke.
METHODS: A total of 619 patients hospitalized with a diagnosis of acute ischemic stroke in our stroke center were included in the study. Demographic information, accompanying risk factors, hemoglobin level, thrombocyte count, triglyceride level, and C reactive protein level at the time of admission, and the National Institutes of Health Stroke Scale (NIHSS) scores in the first evaluation were recorded. Also, information about mortality in hospital, recurrent stroke, and the modified Rankin Scale (mRS) scores in the follow-up period was entered in our local database.
RESULTS: While 182 patients(32.3%) [78 females (42.9%) and 104 males (57.1%); mean age 64.5 ± 12.01 years] were diagnosed with hypertriglyceridemia, this number was 25(4.4%) patients (13 females (52%) and 12 males (48%); mean age 70.9 ± 17.4 years) for hypotriglyceridemia. Among the risk factors studied, only diabetes mellitus was found to be associated with hypertriglyceridemia in patients with acute ischemic stroke(P<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study conducted in our stroke center, hypertriglyceridemia and hypotriglyceridemia prevalences were found as 32.3 % and 4.4 %, respectively. HyperTG or hypoTG did not significantly affect on stroke severity and prognosis. We found out that DM is the major risk factor for acute ischemic stroke patients with hyperTG.

4.
İntrakraniyal arteriyel kalsifikasyon ile serum alkalen fosfataz seviyelerinin ilişkisi
Relationship between intracranial arterial calcification and serum alkaline phosphatase levels
Hamza Şahin, Mustafa Gökçe
doi: 10.5505/tbdhd.2021.37108  Sayfalar 200 - 209
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, intrakraniyal arteriyel kalsifikasyon (İAK) ile serum ALP seviyeleri arasında bir ilişki olup olmadığı incelendi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Burada, çeşitli sebeplerle iki yıl boyunca hastanemize başvurmuş olan 504 hastanın verileri incelendi. Hastalar İAK olanlar ve olmayanlar olarak iki ana gruba ayrıldı. Ayrıca kalsifikasyonu olanlar İAK yüküne göre “hafif-orta ve ciddi kalsifikasyonları olanlar” şeklinde iki alt gruba ayrıldı. İAK yükünü hesaplamak için kontrastsız beyin BT’de intrakraniyal damar duvarında %50’den az olan kalsifikasyonlara bir puan; %50 veya daha fazla olan kalsifikasyonlara iki puan verildi. Sonra bu puanlar toplanarak İAK yükü hesaplandı. İAK yükü üç puanın altında olanlar hafif-orta kalsifikasyon; üç ve üzerinde puanı olanlar ciddi kalsifikasyon olarak yorumlandı. Tüm grupların demografik özellikleri, inme risk faktörleri, ALP düzeyleri ve İAK yükü karşılaştırıldı. Bulgular ki-kare, bağımsız iki örneklem t testi, Mann-Whitney U, Kruskal Wallis ve Spearman’s rho testleri ile değerlendirildi. Regresyon analiz yöntemi olarak binary logistik regresyon analizi uygulandı.
BULGULAR: Bu çalışmada, kalsifikasyonu olan grubun ALP ortalaması (88,2 ± 28 U/L); kalsifikasyonu olmayan grubun (60,4 ± 17,2 U/L) ALP ortalamasından daha yüksek bulundu (p <0,05). Ayrıca ciddi kalsifikasyonu olanların ALP ortalaması (90,5 ± 28,4 U/L); hafif-orta kalsifikasyonu olanların ALP ortalamasından (78,4 ± 24 U/L) daha fazla bulundu (p <0,001). Kalsifikasyonu olan ve olmayan gruplar arasında inme risk faktörleri açısından anlamlı bir fark elde edildi. İnme risk faktörleri olanlarda anlamlı olarak serum ALP değerleri yüksek bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İAK’sı olanlarda serum ALP değerleri daha yüksek bulundu. İnme riski fazla olanlarda İAK görülmesi ve ALP düzeyi yüksekliği daha çok olmaktadır. İAK’nın varlığı ve ALP düzeyi yüksekliği inme riski artışının bir belirleyicisi olabilir.
INTRODUCTION: In this study, whether there is a relationship between serum ALP levels and intracranial arterial calcification was investigated.
METHODS: Here, 504 patients who applied to our hospital were included. These patients were divided into two main groups by whether they had intracranial arterial calcification (IAC) or not. Those with calcifications were divided into two subgroups (mild-moderate and severe calcifications) according to the their IAC burden. To calculate IAC burden on non-contrast brain CT, calcifications that were less than 50% of the intracranial vessels wall were assigned one point; and calcifications that were equal to or more than 50% were assigned two points for each artery (ICA, MCA, ACA, PCA, VA and BA) evaluated. Those with IAC burden less than three points were interpreted as mild-to-moderate calcification and those with more than or equal to 3 points were interpreted as severe calcification. Demographic characteristics, stroke risk factors, ALP levels and IAC burden of all groups were compared. The results were evaluated with chi-square, two independent samples t-test, Mann-Whitney U, Kruskal Wallis and Spearman’s rho tests. Binary logistic regression analysis was also performed.
RESULTS: In this study, the average ALP level of the group with calcification (88,2 ± 28 U/L) was higher than the group of without calcification (60,4 ± 17,2 U/L) (p <0,05). The average ALP level of severe calcification group (90,5 ± 28,4 U/L) was higher than the average ALP level of mild to moderate calcification group (78,4 ± 24 U/L) (p <0,001). Stroke risk factors were significantly different between these groups. The patients with stroke risk factors had significantly higher ALP levels.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Serum ALP levels were significantly higher in patients with IAC. IAC and ALP levels were higher in patients with high stroke risks. The presence of IAC and ALP elevations may be a predictor of increased stroke risk.

5.
Tek taraflı serebral perfüzyon ile aort cerrahisi uygulanan hastalardaki Willis poligonu varyasyonlarının değerlendirilmesi
Evaluation of Willis polygon variations on aortic surgery patients with unilateral antegrade cerebral perfusion
Alper İbrahim Tosya, Zafer Cengiz Er, Mehmet Ali Özatik
doi: 10.5505/tbdhd.2021.02259  Sayfalar 210 - 216
GİRİŞ ve AMAÇ: Antegrad Selektif Serebral Perfüzyon (ASSP) tekniğiyle ameliyat edilen aort anevrizması ve/veya aort diseksiyonu hastalarında wiilis poligonu varyasyonlarının uzun dönem sagkalımı üzerine etkilerinin belirlenmesi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Sağ brakiyal arter aracılığı ile antegrad selektif serebral perfüzyon uygulanan asendan, arkus anevrizma ve diseksiyonu bulunan 20 hasta prospektif olarak çalışıldı. Willis poligonu varyasyonları serebral multi-kesit bilgisayarlı tomografik anjiyografi cihazı ile tespit edildi. Soğuma dereceleri, kros-klemp, düşük akım, total perfüzyon süreleri, postoperatif yoğun bakım kalma süresi, nörolojik muayene, hastanede yatış süreleri değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların %70’i (14) erkek, %30’u (6) kadın olup ortalama yaş 54,20±10,58 (38-70) idi. Beş hastada Stanford tip 1 aort diseksiyonu ve onbeş hastada asendan ve/veya arkus aorta anevrziması mevcutdu. Hastaların ortalama kardiyopulmoner baypas süreleri 146±32,9 (82-200) dk, kros-klemp süreleri 101±31,6 (47-165) dk, selektif serebral perfüzyon süreleri 26±7,8 (16-45) dk idi. Sadece bir hastada sağ elde parestezi ve fonksiyon kaybı gözlendi ve postoperatif ikinci günde tama yakın klinik düzelme gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: : Bu çalışma ile, toplumdaki willis poligonu varyasyonlarını tanımladık. Tespi ettiğimiz üzere; üç adet komunikan arterin bulunması halinde varyasyonların kayda değer önemleri bulunmamaktadır. Hastalar yüksek riskli grupta olmadıkları sürece antegrad serebral perfüzyon ile cerrahi uygulanacak hastalarda willis poligonu varyasyonlarını işlem önce değerlendirmek gerekmemektedir.

INTRODUCTION: To determine the effects of wiilis polygon variations on long-term survival in patients with aortic aneurysm and/or aortic dissection operated with the Antegrade Selective Cerebral Perfusion (ASSP) technique
METHODS: Twenty patients with ascending, arcus aneurysm and dissection who underwent antegrade selective cerebral perfusion via the right brachial artery were prospectively studied. Willis polygon variations were detected by cerebral multi-section computed tomographic angiography device. Cooling degrees, cross-clamping, low flow, total perfusion times, postoperative intensive care unit stay, neurologic examination, and hospitalization times were evaluated.
RESULTS: Of the patients, 70% (14) were male and 30% (6) were female, with a mean age of 54.20±10.58 (38-70). Five patients had Stanford type 1 aortic dissection and fifteen patients had ascending and/or aortic aortic aneurysms. The mean cardiopulmonary bypass times of the patients were 146±32.9 (82-200) minutes, the cross-clamp times were 101±31.6 (47-165) minutes, and the selective cerebral perfusion times were 26±7.8 (16-45) minutes. Only one patient had paresthesia and loss of function in the right hand, and almost complete clinical improvement was observed on the second postoperative day.
DISCUSSION AND CONCLUSION: With this study, we defined the willis polygon variations in the population. As we have determined; If there are three communicating arteries, the variations are not significant. Unless the patients are in the high-risk group, it is not necessary to evaluate the willis polygon variations before the procedure in patients who will undergo surgery with antegrade cerebral perfusion.


6.
Türkiye’de Hastanede Nörovasküler Hastalık Yönetimi: Mantık, hipotez, yöntemler ve tanımlayıcı karakteristikler (NöroTek: Türkiye Nöroloji Tek Gün Çalışması)
In Hospital Neurovascular Disease Management in Turkey: Rationale, hypothesis, methods, and descriptive characteristics (NöroTek: Turkey Neurology One-Day Study)
Mehmet Akif Topçuoğlu, Ethem Murat Arsava, Atilla Özcan Özdemir, Aygül Güneş, Hadiye Şirin, Ayşe Güler, Mustafa Çetiner, Alper Eren, Elif Sarıönder Gençer, Zeynep Tanriverdi, Ülgen Yalaz Tekan, Turgay Demir, Erdem Yaka, Bahar Değirmenci, Mehmet Ufuk Aluçlu, Hasan Hüseyin Kozak, Canan Togay Işıkay, Eda Aslanbaba Bahadir, Mine Hayriye Sorgun, Çetin Kursad Akpınar Ve Ark.
doi: 10.5505/tbdhd.2021.82435  Sayfalar 217 - 241
GİRİŞ ve AMAÇ: Türkiye'de yatarak tedavi gören akut inme hastalarının profiline ilişkin nesnel veriler sınırlıdır. Ancak bu, bölgesel akut inme yönetimi de dâhil olmak üzere ilgili sağlık sisteminin optimize edilmesi için gereklidir. NöroTek çalışması, temel hastane içi kalite ölçütleri perspektifinde iskemik inme, intraserebral kanama ve kardiyopulmoner arrest vakalarının özelliklerini toplamayı amaçladı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: NöroTek, 10 Mayıs 2018 Dünya İnme Farkındalık gününde Türkiyede’ki 30 sağlık hizmet bölgesini temsil eden 87 merkezin (16 Hastane, 26 inme ünitesi ve 45 inme merkezi) dahli ile gerçekleştirilmiş olan nokta prevalans çalışmasıdır. Toplam 1802 yatan hasta (Kadın %50,4; yaş: 61,4±18,4 yıl) çalışmaya dâhil edildi. Hastane süreçleri, akut inme kliniği, görüntüleme, tedavi ve prognoz ile ilgili soruları içeren bir form (başvuru gününde 6 kategoride 49 soru ve taburculuk anında 7 kategoride 52 soru) araştırmacılar tarafından dolduruldu.
BULGULAR: Belirlenen tarihte toplam 1070 nörovasküler hastalık (TIA %3,7, iskemik inme %48,4, intraserebral kanama %7, kardiyopulmoner arrest %0,4 ve vegetatif durum %0,1) ve 732 (%40,4) nörolojik hastalık kaydedildi. Nörovasküler hastalık nedeniyle izlenmekte olan hastaların üçteikisinde bilinen hipertansiyon mevcuttu. İskemik inme ve TIA’da diabet üçteiki, dislipidemi üçtebir ve rekürren olay üçtebir oranında olup hepsi intraserebral kanamalardan daha sık idi. Derin ven trombozu tanısı iskemik inmede %3,9 ve intraserebral kanamalarda %2,9 oranında iken hastane enfeksiyonları iskemik inmede intraserebral kanamalardan daha az idi (Pnömoni %30,8'e %40,6, idrar yolu enfeksiyonu %10,9'a %13,9). Ortalama hastane yatışı süresi nörovasküler hastalıklarda diğerlerinden uzundur (22'ye 17 gün). Hastane içi mortalite iskemik inmede %10,3 ve intraserebral kanamalarda %15,5 olup %60'ının nedeni enfeksiyonu idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İnme klinik literatüründe “ilk” “nokta prevalans çalışması” olan NöroTek Türkiye hastanelerde yatan inme hastalarının başlıca kalite metriklerinin profilini ortaya koymuştur. Elde ettiğimiz veri pandemi sonrası akut inme yöntemi strateji belirleniminde anahtar olma potansiyeline sahiptir.
INTRODUCTION: Objective data on the profile of acute stroke patients receiving inpatient treatment in Turkey are limited. However, this is essential for optimizing the relevant system of healthcare delivery, including regional acute stroke management. The NoroTek study aimed to collect the characteristics of ischemic stroke, intracerebral hemorrhage and cardiopulmonary arrest patients from a perspective of basic in-hospital quality metrics.
METHODS: NöroTek is a point prevalence study conducted on World Stroke Awareness Day on May 10, 2018 with the participation of 87 centers (16 Hospitals, 26 stroke units and 45 stroke centers) representing 30 health care regions in Turkey. A total of 1802 in-patients (Female: 50.4%; age: 61.4±18.4 years) were included. A form containing about hospital processes, including information on clinical, imaging, treatment and prognosis of the index acute neurovascular event (49 questions in 6 categories on the inclusion day; 52 questions in 7 categories at the time of discharge) was filled.
RESULTS: There were a total of 1070 patients with neurovascular diseases (TIA 3.7%, ischemic stroke 48.4%, intracerebral hemorrhage 7%, cardiopulmonary arrest 0.4% and vegetative status 0.1%) and 732 (40.4%) with other neurological disease. Two-thirds of neurovascular disease patients had an established diagnosis of hypertension. Among ischemic stroke and TIA patients, diabetes was present in two-thirds, dyslipidemia in one-third, and recurrent events in one-third, all of which were more common than intracerebral hemorrhages. Diagnosis of deep vein thrombosis was 3.9% in ischemic stroke and 2.9% in intracerebral hemorrhage, while hospital infections were less frequent in ischemic stroke compared to intracerebral hemorrhages (pneumonia 30.8% vs 40.6%, urinary tract infection 10.9% vs. 13.9%). The mean length of hospital stay was longer in neurovascular diseases than in others (22 vs. 17, in days). In-hospital mortality was 10.3% in ischemic stroke and 15.5% in intracerebral hemorrhage, 60% of which was due to infection.
DISCUSSION AND CONCLUSION: NöroTek, the first point prevalence study in the stroke clinical literature, revealed the profile of the main quality metrics of stroke patients hospitalized in Turkey. The presented data will be key in determining the gaps in current acute stroke management, providing actionable targets to improve the care of stroke patients.

OLGU BILDIRILERI
7.
Solunum arrestiyle getirilen genç bir hastada Beck sendromu
Beck syndrome in a young patient with respiratory arrest
İbrahim Acır, Hacı Ali Erdoğan, Vildan Yayla
doi: 10.5505/tbdhd.2020.04696  Sayfalar 242 - 245
Anterior spinal arter (ASA) infarktları Beck sendromu olarak da isimlendirilmektedir. Ani başlangıçlı olup sıklıkla radiküler veya kuşak tarzı ağrı vardır. Flask tetrapleji/parapleji (dakikalar ve saatler içinde), flask mesane, termoanestezi, analjezi, yanıcı ağrılar gelişebilecek diğer bulgulardır. Dispne veya apne ile başlayan az sayıda ASA enfarktüsü vakası bildirilmiştir. Bu olgu sunumuyla solunum arresti şeklinde atipik bir klinikle getirilen hastada ASA infaktının da akılda bulundurulması gerektiğini vurgulamak amaçlanmıştır. 21 yaşında bayan hasta tüm vücutta güçsüzlük ve aniden gelişen solunum sıkıntısı ile başvurdu. Tetkikleri sırasında ani solunum arresti gelişmesi üzerine entübe edilerek yoğun bakım ünitesine alındı. Olay öncesinde müphem bir üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmesi, polikistik over sendromu dışında öz ve soygeçmişe ait bir özellik yoktu. Nörolojik muayenesinde, tetraplejik, derin tendon refleksleri abolik, taban cildi refleksi bilateral lakayttı. Guillain-Barre ve myastenik krize ek olarak, tüm ayırıcı tanılar için incelemeler planlandı. Bu arada çekilen kraniyal ve servikal MR'ında bulbus düzeyinden başlayan, servikal ve üst torasik vertebra boyunca izlenen T2 hiperintens patolojik sinyal gözlendi. Spinal kord infarktları serebral infarktlarla karşılaştırıldığında oldukça nadir görülür. İnfarktlar en sık alt torasik segmentlerde ve konus medüllariste gözlenir. Solunum arrestiyle getirilen, bulbus, tüm servikal ve üst torakal seviyeyi içine alan oldukça uzun segment anterior spinal infarktüs saptanan bu genç olgu, oldukça nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur.
Anterior spinal artery (ASA) infarcts are also called Beck syndrome. It has a sudden onset and often has radicular or girdle like pain. Flask tetraplegia/paraplegia (within minutes and hours), flask bladder, thermoanesthesia, analgesia, flammable pain are other findings. A small number of ASA infarction cases in which onset with dyspnea or apnea have been reported. With this case report, it is aimed to keep in mind that the ASA infarcts can apply with respiratory arrest which is an atypical clinic. A 21-year-old female patient applied with weakness in the whole body and respiratory distress that developed suddenly. Respiratory arrest developed during her examinations, she was intubated and taken to the intensive care unit. Except for a vague upper respiratory tract infection and polycystic ovary syndrome, there was no medical histories. In her neurological examination, she was tetraplegic, deep tendon reflexes were hypoactive, Babinski sign was bilaterally positive. In addition to the Guillain-Barre and myasthenic crisis, examinations were planned for all differential diagnosis. Meanwhile in the cranial and cervical MR, a T2 hyperintense pathological signal was observed, which started from the bulbus level, followed along the cervical and upper thoracic vertebra. Spinal cord infarcts are extremely rare compared to cerebral infarcts. Infarcts are most frequently observed in the lower thoracic segments and conus medullaris. This young patient who applied with respiratory arrest and having a long segment anterior spinal infarction including bulbus, entire cervical and upper thoracic level, is presented because of its rarity.

8.
Muhtemel ailesel Akdeniz ateşi ile ilişkili genç beyin sapı enfarktı olgusu: Vaka sunumu
Brain stem infarction in a young patient associated with probable familial Mediterranean fever: A case report
Erman Altunışık, İlhan Çağ, Ali Arık
doi: 10.5505/tbdhd.2021.09326  Sayfalar 246 - 249
Ailesel Akdeniz ateşi (FMF) otozomal resesif geçişli, kendi kendini sınırlayan, tekrarlayan ateş ve serozit ataklarıyla karakterize otoinflamatuvar bir hastalıktır. FMF'nin nörolojik belirtileri nadirdir. İskemik inme, posterior reversibl ensefalopati sendromu ve demiyelinizan lezyonlar FMF hastalarında gösterilmiştir. 17 yaş erkek hasta iki günden beri olan sol yan kuvvetsizliği nedeniyle başvurdu. Kranial manyetik rezonans difüzyon ağırlıklı (MRG-DAG) görüntülemede mezensefalon sağ krus serebri ve santral lokalizasyonlarında akut iskemi ile uyumlu görünüm saptandı. FMF açısından remisyonda olan hastanın etiyolojiye yönelik olarak yapılan tüm genç inme tetkikleri normal bulundu. Genç inme etiyolojisinin altında yatan mekanizmanın FMF’de yaygın olarak görülen endotel disfonksiyonuna neden olan muhtemel subklinik inflamasyon olabileceği düşünüldü. Nadir görülen bu komplikasyona sahip inme olgusu sunulmaya değer bulunmuştur.
Familial Mediterranean fever (FMF) is an auto-inflammatory disease characterized by an autosomal recessive transition, self-limiting, recurrent fever and serositis attacks. Neurological symptoms of FMF are rare. Ischemic stroke, posterior reversible encephalopathy syndrome and demyelinating lesions are shown in FMF patients. A 17-year-old male patient was admitted due to left side weakness for two days. In cranial magnetic resonance diffusion-weighted (MRI-DWI) imaging, an appearance compatible with acute ischemia was detected in mesencephalon right crus cerebri and central localizations. All the young stroke examinations performed for the etiology of the patient who was in remission in terms of FMF were found to be normal. It was thought that the underlying mechanism of young stroke etiology may be the possible subclinical inflammation that causes endothelial dysfunction commonly seen in FMF. A stroke case with this rare complication was found worth presenting.

LookUs & Online Makale
w