ISSN 1301-1375 | e-ISSN 2146-9113
Volume : 28 Issue : 3 Year : 2024


Türk Beyin Damar Hastalıkları Dergisi - Türk Beyin Damar Hast Derg: 28 (3)
Cilt: 28  Sayı: 3 - Aralık 2022
1.
Kapak
Cover

Sayfalar I - VI

DERLEME
2.
Akut inmede nütrisyon: Sorunlar ve çözüm yolları
Nutrition in acute stroke: Problems and solutions
Levent Güngör
doi: 10.5505/tbdhd.2022.15013  Sayfalar 128 - 140
Akut inmeden sonra ortaya çıkan başlıca nutrisyonel sorunlar malnutrisyon, disfaji ve kas kaybıdır. Nutrisyonel tedavi, akut iskemik ve hemorajik inme tedavi basamakları arasında mümkün olduğunca erken yer almalıdır. Malnutrisyon akut inme sırasında nadir değildir, ama daha sık karşılaşılan, inme hastasında nöroloji yoğun bakım, inme ünitesi ve hastane yatışı sırasında hızla gelişen malnutrisyon ve kas kaybıdır. Bilinç etkilenmesi ve yutma bozukluğu beslenme yetersizliğine, dehidratasyona, aspirasyon ve pnömoniye yol açar. İnmeden sonra yutmanın oral ve farengeal fazları ile larengeal elevasyon bozulur. Medulla oblongata, pons, pariyetal operkül, insula, anterior ve superior temporal alanlar, presentral ve postsentral gyrus, singulat korteks lezyonlarında disfaji bildirilmiştir. Özellikle sağ hemisfer lezyonlarında disfaji, yutma apraksisi, öksürük refleksi kaybı, valleküler göllenme ve aspirasyon daha sık olur. Her inme hastasının yatışının ilk 24 saatinde yutma fonksiyonu açısından yatak başı testler ve ardından enstrümental yöntemlerle değerlendirilmesi gerekir. Gerek varsa enteral nütrisyon, hem malnutrisyon gelişimini hem de kas kaybını önlemek için faydalıdır. İyi beslenen hastalarda hastane yatış boyunca komplikasyon oranları azalmakta, uzun dönemde fonksiyonel iyileşme daha fazla olmaktadır. İnme hastalarını yatırarak takip eden her nöroloji uzmanı enteral nütrisyonu uygun şekilde planlayabilmeli, temel prensiplerine hakim olmalıdır. İnme ile ilişkili kas kaybı hem fizyopatoloji hem de tanı basamakları yönünden sarkopeniden farklılıklar içerir. İnme hastasında BİA, DEXA, ultrasonografi, BT, MR ile ekstremite ve gövde kaslarının kantitatif olarak gösterilmesi tanıda kritiktir. Bugün için inme ile ilişkili kas kaybını önlemenin ve tedavi etmenin yegane yöntemi aktif egzersiz ve nütrisyondur.
The major consequences of acute stroke are malnutrition, dysphagia and muscle loss. Nutritional treatment should be included in the management protocols of acute ischemic and hemorrhagic stroke as early as possible. Malnutrition prevalence is not rare among acute stroke patients at the time of admission, however it is more common after hospitalisation in neurointensive care, stroke units or inpatient neurology wards together with noticeable muscle loss. Altered mental status and swallowing disturbance may lead to nutritional deficiencies, dehydration, aspiration and pneumonia. In fact, oral and pharyngeal phases of swallow and laryngeal elevation is disturbed after stroke. Dysphagia is caused by lesions in medulla, pons, parietal operculum, insula, anterior and superior temporal regions, precentral and postcentral gyrus, cingulate cortex. Dysphagia, loss of cough reflex, vallecular pooling, swallowing apraxia and aspiration are especially more common in right hemispheric strokes. All stroke patients should be examined for the presence of dysphagia with bedside tests within 24 hours of hospitalization and instrumental assessment later on. Enteral nutrition should be applied, if needed. It prevents the development of malnutrition and muscle loss. Patients who are fed properly have low rates of complications during the hospital stay, and better functional recovery in long term. Neurologists who take care of hospitalized stroked patients, should be able to plan enteral nutrition and master the main principles of the treatment. Stroke related muscle loss differs from sarcopenia in terms of physiopathology and diagnostic work-up. Quantitative demonstration of muscle mass with BIA, DEXA, CT, MR or ultrasonography is crucial for diagnosis. For today, the novel methods for prevention and management of stroke related muscle loss are active exercises and nutrition.

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
3.
Akut iskemik inmenin erken döneminde mortalite skorları ve inflamatuar belirteçler mekanik ventilasyon ihtiyacını öngörebilir
In the early period of acute ischemic stroke mortality scores and inflammatory markers can predict the need for intubation
Hasan Hüseyin Kozak, Ahmet Buğrul, Fatih Tol
doi: 10.5505/tbdhd.2022.33255  Sayfalar 141 - 148
GİRİŞ ve AMAÇ: GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada inme sonrası invaziv mekanik ventilasyon gereksiniminin mortalite skorları ve inflamatuar parametrelere göre öngörülebilirliğini değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Akut iskemik inme sonrası başvuran olguların demografik, klinik özellikleri ile birlikte inme yoğun bakımına yatırıldıkları ilk 24 saatin içinde mortalite skorları ve inflamatuar parametreleri geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: 157 hastanın 48'i çalışmaya dahil edildi, 13'ü entübe edilerek invaziv mekanik ventilasyon ile takip edildi ve 35'i entübe edilmeden takip edildi. Entübe ve entübe olmayan olguların Glasgow Coma Score (GCS) sırasıyla 7,9±3,5 ve 13,6±2,4, National Institutes of Health Stroke Scale (NIHSS) 15,7±7,2 ve 7,09±6, Simplified Acute Physiology Score II (SAPS II) 58,9±12 ve 25,6±10,7, Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II (APACHE II) 18,6±4.1 ve 8,2±4,7, Sequential Organ Failure Assessment Score (SOFA) 6,6±2 ve 2,2±1,9 olarak bulundu ve iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Entübasyonlu ve entübasyonsuz takip edilen hastaların medyan Nötrofil/lenfosit oranı (NLO) 6,1 (3,8-15,6) ve 3,0 (1,8-4,5), Platelet/lenfosit oranı (PLO) 185 (157-245) ve 120 (75-219) ve C-reactive Protein (CRP) 6,5 (4,6-58,0) ve 3,7 (2,0-11,2) idi ve iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlılık bulundu. Yapılan çok değişkenli analizde sadece SAPS II anlamlı olarak bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada mortalite ve morbidite tahmin skorları (APACHE II, SAPS II, SOFA) ile inflamasyon parametrelerinin (CRP, NLO, PLO) inme ile ilişkili invaziv mekanik ventilasyon ihtiyacını öngörebileceği belirlendi.
INTRODUCTION: In this study, we aimed to evaluate the predictability of invasive mechanical ventilation requirement after stroke based on mortality scores and inflammatory parameters.
METHODS: The demographic and clinical characteristics of the patients admitted after acute ischemic stroke, as well as mortality scores and inflammatory parameters within the first 24 hours of hospitalization in the stroke intensive care unit were evaluated retrospectively.
RESULTS: 48 of 157 patients were included in the study, 13 were intubated and followed up with invasive mechanical ventilation, and 35 without being intubated. Glasgow Coma Score (GCS) of intubated and non-intubated cases were 7,9±3,5 and 13,6±2,4, respectively, National Institutes of Health Stroke Scale (NIHSS) 15,7±7,2 and 7,9±6, Simplified Acute Physiology Score II (SAPS II) 58,9±12 and 25,6±10,7, Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II (APACHE II) 18,6±4,1 and 8,2±4,7, Sequential Organ Failure Assessment Score (SOFA) score was found to be 6,6±2 and 2,2±1.9, and a statistical significance was found between the two groups. Neutrophil / lymphocyte ratio (NLR) of the patients who were followed up with and without intubation was 6,1 (3,8-15,6) and 3,0 (1,8-4,5), platelet / lymphocyte ratio (PLR) 185 (157-245) and 120 (75-219) and C-reactive Protein (CRP) was 6,5 (4,6-58,0) and 3,7 (2,0-11,2), and a statistical significance was found between the two groups. Only SAPS II was found to be significant in multivariate analysis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, it was determined that the mortality and morbidity prediction scores (APACHE II, SAPS II, SOFA) and inflammation parameters (CRP, NLR, PLR) can predict the need for invasive mechanical ventilation associated with stroke

4.
Akut iskemik inmede intravenöz trombolitik tedavi: Tek merkez deneyimi
Intravenous thrombolytic therapy in acute ischemic stroke: A single center experience
Nesrin Ergin
doi: 10.5505/tbdhd.2022.00378  Sayfalar 149 - 156
GİRİŞ ve AMAÇ: İntravenöz (iv) trombolitik tedavi inmenin akut döneminde tıkalı damarı rekanalize etmek ve reperfüzyonu sağlamak için uzun bir süredir kullanılmaktadır. Bu araştırmanın amacı Aralık 2016 ve Aralık 2019 yılları arasında bir devlet hastanesi nöroloji kliniğinde akut iskemik inme tanısı ile iv trombolitik tedavi almış hastaların tedaviye bağlı yan etki sıklığını ve prognozlarını ve etkileyen faktörleri belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Gerekli etik ve kurum izinleri alındıktan sonra Aralık 2016 ve Aralık 2019 yılları arasında Denizli Devlet Hastanesi Nöroloji Kliniği’nde akut iskemik inme tanısı konulan ve iv trombolitik tedavi uygulanan 181 hasta incelendi. Retrospektif kohort epidemiyolojik düzenindeki araştırmamızda veriler standart bir form ile toplandı. Tedavi sonrası ilk 36 saat içerisinde meydana gelen intrakraniyal kanamalar tedaviye bağlı komplikasyon olarak değerlendirildi. Hastaların 6. ay modifiye Rankin Stroke Skalası (mRS) verileri hesaplandı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 181 hastanın yaş ortalaması 67,8 (±12,7) yıl ve 72’si (%39.8) kadındı. Yıllar içinde tedavi sayıları 29’dan 71’e çıktı. Semptom-kapı zamanı ortalaması (SD) 86±50 dk, kapı-iğne zamanı 93±47 dakika ve semptom-iğne zamanı 179±56 dk idi. Sadece 34 (%18,8) hastaya iv trombolitik normal dozda verildi. Tedavi sonrası hastaların 24’ünde (%13,3) intrakraniyal kanama gözlendi. Tedavi sonrası intrakraniyal kanamayı etkileyen faktörler olarak ASPECT skoru (≤7 olanlarda %26,9 iken, ≥8 olanlarda %7,8, p<0,001), infarkt tipi (TACI+POCI olanlar %35,3 iken, LACI olanlar %0, p=0,002) ve NIHSS 24 saat değeri (hafif olanlarda %0 iken, ağır olanlarda %32,3, p<0,001) olarak saptandı. Tedavi sonrası 6. ay prognozu olumlu olarak etkileyen faktörler; ASPECT skoru, infakt tipi, başvurudaki NIHSS seviyesi, 24. saat NIHSS seviyesi ve 1. aydaki mRS seviyesi idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuçlarımız genel olarak Türkiye’den yayınlanan benzer çalışmalar ile uyumlu bulunmuştur ve yıllar içinde iv trombolitik alan akut inmeli hasta sayıları artmaktadır. Fakat bu çalışmada iv trombolitiğin çoğunlukla düşük dozlarda kullanıldığı dikkat çekmektedir. Bunun sebeplerinin araştırılması ve gerekirse hizmet içi eğitim planlanmalıdır.
INTRODUCTION: Intravenous (iv) thrombolytic therapy is used in the acute phase of stroke to recanalize the occluded vessel and provide reperfusion.The aim of this study is to determine the frequency of side effects and prognosis and the affecting factors in the patients who received iv thrombolytic therapy with the diagnosis of acute ischemic stroke in the neurology clinic of a state hospital between December 2016 and December 2019.
METHODS: After obtaining the necessary ethical and institutional permissions, 181 patients who were diagnosed with acute ischemic stroke and received iv thrombolytic therapy in the Neurology Clinic of Denizli State Hospital between December 2016 and December 2019 were analyzed. In this retrospective cohort type study, data were collected with a standart form. Intracranial hemorrhages occurring within the first 36 hours after the treatment were considered as complications of the treatment. The 6th month modified Rankin Stroke Scale (mRS) data of the patients were calculated.
RESULTS: The mean age of the patient was 67.8 (±12.7) years and 72 (39.8%) were female. Over the years, the number of treatments increased from 29 to 71. Mean symptom/door time 86±50 min, door/needle time 93±47 min, and symptom/needle time 179±56 min. Only 34 (18.8%) patients were given normal dose of r-tPA. Intracranial hemorrhage was observed in 24 (13.3%) of the patients after treatment. Factors affecting intracranial hemorrhage after treatment were ASPECT score (26.9% in patients with ≤7, 7.8% in patients with ≥8, p<0.001), infarct type (35.3% in TACI+POCI, 0% in LACI patients), p=0.002) and NIHSS 24-hour value (0% in mild cases, 32.3% in severe cases, p<0.001). Factors that affecting the prognosis at the 6th month after treatment were ASPECT score, type of infarct, NIHSS level at admission, 24-hour NIHSS level and mRS level at 1 month.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our results were generally found to be compatible with similar studies published in Turkey and the number of patients receiving IV thrombolytics has been increasing over the years. However, it is noteworthy that iv thrombolytics were used at low doses in this study. This suggests that there may be a need for in-service training on iv thrombolytics.

5.
Spontan intraserebral hemorajilerde kara delik bulgusunun prognoz üzerine etkisi ve mikrokanamalar ile korelasyonu
Influence of black hole sign on prognosis in intracerebral hemorrhage and its correlation with cerebral microbleeds
Mücahid Erdoğan, Songul Senadim, Betül Tekin, Dilek Ataklı
doi: 10.5505/tbdhd.2022.44712  Sayfalar 157 - 164
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, spontan intraserebral hemoraji hastalarında (SİH) kranyal bilgisayarlı tomografide (BT) görülen kara delik bulgusunun (KDB), kranyal manyetik rezonans görüntülemelerde (MRG) saptanan serebral mikrokanamalarla (SMK) ilişkisini ve KDB’nin kötü prognozla olan ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız prospektif gözlemsel bir çalışma olarak tasarlandı. Eylül 2018 ile Ekim 2019 tarihleri arasında hastanemizde yatan hastalar değerlendirildi. 18 yaşından büyük ve kranyal BT’si şikayetlerin başlangıcından itibaren 6 saat içinde çekilen hastalar dahil edildi. Hastalar KDB’nin varlığına göre iki gruba ayrıldı. Cerrahi uygulanan hastalar dışlandıktan sonra demografik, laboratuvar, klinik ve görüntüleme özellikleri iki grup arasında karşılaştırıldı. KDB’nin kötü sonlanım üzerine olan etkisi çok değişkenli lojistik regresyon analiziyle değerlendirildi.
BULGULAR: Hastanemize yatan 88 hastadan 66’sı çalışmaya alındı. Hastaların 47’si (%71,2) erkekti ve yaş ortalaması 63,08 ± 14,33 yıldı. KDB 16 hastada (%24,2) gözlendi. Antikoagülan ilaç kullanımı, ilk BT’deki hemoraji volümü, orta hat şifti varlığı ve pineal bez şifti varlığı KDB pozitif olan hastalarda anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p<0,05). SMK varlığı gruplar arasında benzerken KDB olan hastalarda SMK sayısı anlamlı olarak daha düşüktü (p<0,023). Hastane içi ve 90. gün mortalite KDB pozitif hastalarda anlamlı olarak daha yüksekken 90. gün mRS skorları iki grup arasında benzerdi. KDB, çok değişkenli lojistik regresyon analizinde kötü sonlanımın bağımsız prediktörü olarak gösterilemedi (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: KDB varlığı, hastane içi ve 90. gün mortalite ile ilişkili bulundu. KDB ve SMK sayısı arasındaki negatif yönlü ilişki, İSH hastalarındaki mikrokanama-makrokanma konseptini destekleyebilir.
INTRODUCTION: In this study, we aimed to evaluate the relationship between cranial computed tomography (CT) black hole sign (BHS) and cerebral microbleeds (CMB) detected on cranial magnetic resonance imaging (MRI), and the relationship between BHS and poor prognosis in patients with spontaneous intracerebral hemorrhage (ICH).
METHODS: Our study is designed as a prospective observational study. Patients admitted to our hospital between September 2018 and October 2019 were evaluated. Patients older than 18 years old and whose CT were performed within 6 hours of onset were included. The patients divided into two groups according to BHS presence. After exclusion of the patients who underwent surgery, demographic, clinical, laboratory, and imaging characteristics were compared between the two groups. The effect of BHS on poor prognosis were evaluated using multivariable logistic regression analysis.
RESULTS: Sixty six of 88 patients admitted to our hospital were included. 47 of the patients (71.2%) were male, and mean age was 63.08 ± 14.33 years. BHS was found in 16 patients (24.2%). Anticoagulant use, hemorrhage volume on initial CT scan, presence of midline shift, and presence of pineal gland shift were significantly higher in BHS positive patients (p<0.05). While CMB presence was comparable between groups, CMB number was significantly lower in patients with BHS (p=0.023). In-hospital and 90-day mortality were significantly higher in BHS positive patients, but 90-day mRS scores were similar between two groups. BHS was not an independent predictor of poor prognosis in multivariable logistic regression (p>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: BHS was shown to be associated with in-hospital and 90-day mortality. Negative relationship between BHS and CMB number may support the microbleeding-macrobleeding concept in ICH patients.

6.
Kadın cinsiyete özgü faktörleri olan ve olmayan hastalarda serebral venöz tromboz - Tek merkez deneyimi
Cerebral venous thrombosis in patients with and without female specific sex factors - A single-center experience
Çağlar Yıldız, Özlem Kayım Yıldız
doi: 10.5505/tbdhd.2022.25483  Sayfalar 165 - 171
GİRİŞ ve AMAÇ: Gebelik, puerperium ve oral kontraseptif (OK) kullanımından oluşan, kadın cinsiyete özgü faktörler (CÖF) serebral venöz trombozla (SVT) ilişkilendirilmiştir. Bu çalışmada, CÖF’lerine sahip olan ve olmayan kadın SVT hastaları arasında klinik ve nörogörüntüleme özellikleri ve prognoz açısından fark olup olmadığını araştırmayı hedefledik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışmaya, 1 Ocak 2012 ve 31 Aralık 2021 tarihleri arasında kliniğimize başvuran ve hospitalize edilen ardışık kadın SVT hastaları dahil edildi. Demografik ve klinik özellikler, nörogörüntüleme bulguları ve sonlanım verileri hasta dosyalarından elde edildi.
BULGULAR: Çalışmaya 53 kadın hasta dahil edildi. Otuz bir hastada (%58,5) CÖF mevcuttu: gebelik (n=2), puerperium (n=20) ve OK kullanımı (n=9). CÖF olan hastaların ortalama yaşı, CÖF olmayan hastalardan daha düşüktü (sırasıyla 30,7 ve 44,0, p=0.002). Hastalık başlangıç şekli, klinik özellikleri epileptik nöbetler, parankimal lezyonlar, tromboze venler ve hospitalizasyon süresi açısından CÖF olan ve olmayan hastalar arasında fark yoktu. Kanser dahil predispozan faktörler CÖF olmayan hastalarda daha sıktı. CÖF olan hastalarda ortanca modifiye Rankin skoru daha düşüktü. OK kullananların yaş ortalaması postpartum hastalardan daha yüksekti ve hastalık başlangıcı daha yavaştı. Tüm hastalar antikoagülanlarla tedavi edildiler, bir hastaya dekompresif cerrahi uygulandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kadın SVT hastalarının büyük kısmında, en sık puerperium olmak üzere CÖF vardır. CÖF olan hastalarda ortalama yaş daha düşük ve prognoz daha iyidir.
INTRODUCTION: Certain female sex specific factors (SSFs) including pregnancy, puerperium and oral contraceptive (OC) use have been associated with cerebral venous thrombosis (CVT). We aimed to determine if there are differences between female patients with and without SSFs regarding the clinical characteristics, neuroimaging findings and the prognosis of CVT.
METHODS: This is a retrospective study that included consecutive female inpatients with CVT admitted to our hospital between January 1, 2012 and December 31, 2021. The demographic and clinical characteristics, neuroimaging findings and the outcome data were collected from the patient files.
RESULTS: Fifty-three female patients were included into the study. Thirty-one (58.5%) of the patients had SSFs including pregnancy (n=2), puerperium (n=20), and OC use (n=9). The mean age of patients with SSFs was lower than that of the patients without SSFs (30.7 and 44.0, respectively, p=0.002). The mode of disease onset, clinical manifestations, epileptic seizures, parenchymal lesions, thrombosed veins, length of hospital stay did not differ between the patients with and without SSFs. Predisposing factors, including cancer, were more common in the patients without SSFs. The median of the modified Ranskin scale score of the patients with SSFs was lower than that of the patients without SSFs. The OC users were older and had a more slow disease onset than the postpartum patients. All patients were treated with anticoagulants, decompressive surgery was performed in one patient.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The majority of the female CVT patients had SSFs, most commonly puerperium. The mean age is lower and prognosis is better in the patients with SSFs.

7.
İnme hastalarında non-motor semptomlar
Non-motor symptoms in stroke patients
Ümit Görgülü, Recep Dönmez, Hesna Bektaş
doi: 10.5505/tbdhd.2022.43925  Sayfalar 172 - 179
GİRİŞ ve AMAÇ: İnme sonrası gelişebilecek her türlü semptomun tanınması, hasta ve yakının yaşam kalitesini artırır ve iyi prognozla ilişkilidir. Biz de çalışmamızda inme sonrası hastalardaki non-motor semptomların sıklığını ve özelliklerini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza son 1 yıl içinde inme geçiren, iyi veya hafif engelle (mRS 0-2) iyileşen hastalar ve kontrol grubu olarak sağlıklı gönüllüler alındı. Çalışmaya alınma kriterlerini karşılayan olgulara 30 sorudan oluşan ‘’Non-Motor Semptomlar Ölçeği Türkçe Versiyonu’’ (NMSÖ-TR) anketi uygulandı ve sonuçlar iki grup arasında karşılaştırıldı.
BULGULAR: 54 inme ve 116 sağlıklı gönüllünün değerlendirildiği çalışmamızda inme grubunda ortalama yaş 59 (36-86) ve 39 hasta kadındı (%72.2). Sağlıklı gönüllülerde ise ortalama yaş 53 (24-77) ve 61 olgu (%52.6) kadındı. NMSÖ skor ortalamaları inme grubunda 6 (1-24), sağlıklı gönüllülerde 9 (0-24) olup, her iki grup arasında anlamlı farklılık saptanmadı. İnme grubunda en sık gözlenen non-motor semptomlar noktüri (%67), idrara sıkışma (%48), üzgün hissetme (%48), bağırsakların tam boşalamaması (%39), unutkanlık (%37), cinsel istekte azalma/artma (%37), cinsel ilişkiye girmekte zorluktu (%37). İnme grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede disfaji (%31.5, p=0,011), geceleri bacaklarınızda hoş olmayan duyu hissi/hareket isteği (%50, p=0,041) daha sık saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İnme sonrası non-motor semptomlar hastalar iyi iyileşme süreci sergileseler bile sıklıkla izlenebilmektedir. Rehabilitasyon sürecinde bu semptomların erken tespiti ile yön verilecek tedavi süreci hayat kalitesinde artış ve daha iyi prognoz için önemlidir.
INTRODUCTION: Recognition of any symptoms that may develop after stroke improves the quality of life of the patient and their relatives and is associated with a good prognosis. In our study, we aimed to investigate the frequency and characteristics of non-motor symptoms in post-stroke patients.
METHODS: Patients who had a stroke in the last 1 year and recovered well or with mild disability (mRS 0-2) and healthy volunteers as the control group were included in our study. The "Turkish Version of the Non-Motor Symptoms Scale" (NMSÖ-TR) questionnaire consisting of 30 questions was applied to the subjects who met the inclusion criteria, and the results were compared between the two groups.
RESULTS: In our study in which 54 stroke and 116 healthy volunteers were evaluated, the mean age of the stroke group was 59 (36-86) and 39 patients (72.2%) were women. In healthy volunteers, the mean age was 53 (24-77) and 61 (52.6%) were female. The mean NMSS scores were 6 (1-24) in the stroke group and 9 (0-24) in healthy volunteers, and no significant difference was found between the two groups. The most common non-motor symptoms in the stroke group were nocturia (67%), urinary urgency (48%), feeling sad (48%), incomplete bowel emptying (39%), amnesia (37%), Decreased/increased libido (37%), problems with sex (37%). Statistically significant dysphagia (31.5%, p=0.011) and unpleasant sensation in your legs at night/craving to move (50%, p=0.041) were detected more frequently in the stroke group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Post-stroke non-motor symptoms can be observed frequently, even if patients show a good recovery process. The treatment process to be guided by the early detection of these symptoms in the rehabilitation process is important for an increase in the quality of life and a better prognosis.

KISA RAPOR
8.
İskemik inme ile başvuran baziler arter patolojileri; Yönetim ve süreç vaka serisi
Basilar artery pathologies presented with ischemic stroke; Management and course case series
Demet Funda Baş, Zeliha Yücel, Tuğba Demir Özen, Orkun Sarioglu, Ahmet Ergin Capar, Ufuk Şener
doi: 10.5505/tbdhd.2022.26818  Sayfalar 180 - 184
Baziler arter oklüzif hastalığı heterojen klinik bulgularla ortaya çıkar ve yüksek morbidite ve mortalite riski taşır. Sıklığının az olması ve farklı başvuru bulguları nedeniyle yönetim ve tedavi stratejileri büyük prospektif randomize klinik çalışmalarla kanıtlanmamıştır. Hastanın yönetimi klinik ve radyolojik bulgular ve altta yatan etyolojiler değerlendirilerek belirlenebilir.
Basilar artery occlusive disease has heterogenous clinical presentations and carries a high risk of morbidity and mortality. Treatment strategies have not been proved by large prospective randomised clinical trials due to infrequency and various presentations. Management of the patient can be designated based on clinical and radiological findings and underlying eatiologies.

OLGU BILDIRILERI
9.
Hemorajik inme sonrası kombine santral diyabet insipidus ve serebral tuz kaybı sendromu-İlk rapor
Combined central diabetes insipidus and cerebral salt wasting syndrome after hemorrhagic stroke-First report
Taraneh Majidi, Elyar Sadeghi Hokmabadi, Farhad Mirzaei, Ata Mahmoodpoor, Jalal Etemadi, Ali Taghizadieh, Bita Rahbari, Yalda Sadeghpour, Elif Sariönder Gençer
doi: 10.5505/tbdhd.2021.52386  Sayfalar 185 - 188
Beyin hasarı sonrası diyabet insipidus (DI) ve serebral tuz kaybı sendromu (STKS) gibi su ve elektrolit hemostaz bozuklukları tanımlanmıştır, ancak kombine DI ve STKS travmatik intrakraniyal kanamalı (IKK) hastalarda nadiren bildirilmiştir. Bildiğimiz kadarıyla yazımız yetişkin bir hastada hemorajik inmeyi takiben gelişen kombine Dİ ve STKS'nin ilk raporudur: 40 yaşında sağlıklı bir kadın ders anlatırken ani dizartri ve giderek artan bilinç kaybı gelişmiştir. bilgisayarlı beyin tomografsinde (BBT) sağ bazal gangliyonda intraserebral kanama (İSK) ile uyumlu hiperdens lezyon gösterildi. Acil yapılan digital subtraction anjografisi (DSA) normaldi, eksternal ventriküler drenaj (EVD) yerleştirildi ve barbitürat koma başlandı. İkinci gün desmopressine yanıt veren Dİ gelişti. 4. günden itibaren serum sodyum konsantrasyonu yavaş yavaş azalmaya başladı, idrar dansitesi arttı ve desmopressine yanıt vermeyen masif poliüri oluştu. Test sonuçlarına göre, kombine DI ve STKS tanısı konulan hastaya yüksek dozlarda hipertonik salin, desmopressin ve fludrokortizon ile üçlü tedavi başlatıldı. Su ve elektrolit bozuklukları kademeli olarak düzeldi ve 28 gün sonra Glasgow Outcome Scale-Extended (GOS-E) 7 ile taburcu edildi
Disorders of water and electrolyte hemostasis such as diabetes insipidus (DI) and cerebral salt wasting syndrome (CSWS) have been described after cerebral insults, but combined DI and CSWS has rarely been reported in patients with traumatic intracranial hemorrhage (ICH). To the best of our knowledge this is the first report of combined DI and CSWS in an adult patient following hemorrhagic stroke: a previously healthy 40-year-old woman developed dysarthria and progressive decline in consciousness while lecturing. Cerebral computed tomography (CT) showed hyperdensity in the right basal ganglia, indicating ICH. Urgent digital subtraction angiography (DSA) was normal, external ventricular drainage (EVD) was placed and barbiturate coma was initiated. At the second day, she developed DI, which responded to desmopressin. From the 4th day, serum concentration of sodium started to decrease gradually, urine specific gravity increased, and massive polyuria that was unresponsive to desmopressin occurred. Based on test results, combined DI and CSWS was diagnosed and a triple treatment was initiated with high doses of hypertonic saline, desmopressin and a fludrocortisone. Water and electrolyte disturbances improved gradually and she was discharged after 28 days with a glasgow outcome scale-extended( GOS-E) of 7.

10.
Geçici splenial lezyon ile prezente postpartum reversibl serebral vazokonstriksiyon sendromu
Postpartum reversible cerebral vasoconstriction syndrome presenting with reversible splenial lesion
Doğan Dinç Öge, Ece Gök Dursun, Ethem Murat Arsava, Rahsan Gocmen, İbrahim Esinler, Onur Can Zaim, Mehmet Akif Topçuoğlu
doi: 10.5505/tbdhd.2022.49002  Sayfalar 189 - 194
Postpartum reversibl serebral vazoskonstriksiyon sendromu (RSVS) ile geçici splenial lezyon birlikteliği oldukça nadir bir durum olup, bu iki nadir hastalığın altında yatan mekanizmaların anlaşılabilmesi için bir fırsat doğurmaktadır. Bu çalışmada, 28 yaşında RSVS ve geçici splenial lezyon birlikteliği ile ilişkili bir postpartum psikoz olgusu tartışılmıştır. Hastnın antipsikotikler ile kötüleşmiş olması ve oral nimodipin’e dramatik yanıt vermis olması tanı için ipucu teşkil etmiştir. Geçici splenial lezyon ile RSVS’nin ortak patofizyolojik özellikleri olduğu düşünülebilir. Geçici splenial lezyonun RSVS sebebiyle gelişen serebral ödem tiplerinden birisi olması mümkündür.
Co-occurrence of postpartum reversible cerebral vasoconstriction syndrome (RCVS) and reversible splenial lesion syndrome (RESLES) is highly rare, and may provide an opportunity in understanding the mechanism of these two rare entities. A 28-year-old female with postpartum psychosis in association with both RCVS and RESLES was reported. The worsening with antipsychotics and the dramatic response to oral nimodipine served as a clue to the diagnosis. RESLES and RCVS may have overlapping pathophysiology. It is possible that RESLES is one of the forms of cerebral edema resulting from RCVS.

LookUs & Online Makale
w