ISSN 1301-1375 | e-ISSN 2146-9113
Volume : 9 Issue : 3 Year : 2023


Türk Beyin Damar Hastalıkları Dergisi - Türk Beyin Damar Hast Derg: 9 (3)
Cilt: 9  Sayı: 3 - Aralık 2003
ÖZGÜN ARAŞTIRMA
1.
Servikal spondiloza bağlı vertebrobazilar yetmezlik sendromunda fizik tedavi etkinliği
The effect of physical therapy on vertebrobasilar insufficiency syndrome secondary to cervical spondylosis
Funda Taşçıoğlu, Demet Özbabalık, Cengiz Öner, Nevzat Uzuner, Pınar Uluşan, Gazi Özdemir
Sayfalar 81 - 85
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmamızın amacı, servikal spondiloza bağlı vertebrobaziler yetmezlik sendromu (VBYS) olan hastalarda fizik tedavi uygulamalarının etkinliğini araştırmaktı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu amaçla 55 hasta çalışmaya alındı ve randomize olarak fizik tedavi (grup 1, n=32) ve medikal tedavi (grup 2, n=23) gruplarına ayrıldı. Birinci gruptaki hastalara infraruj, servikal traksiyon, ultrason ve TENS’den oluşan fizik tedavi programı uygulandı. İkinci gruptaki hastalara ise tenoksikam, parasetamol, fenprobamat ve pentoksifilin tedavisi 15 gün süre ile verildi. Vertebral ve basiler arter kan akım hızları transkraniyal Doppler ultrasonografi (TCD) ile ölçüldü. Vertigoya ait semptomların şiddetini değerlendirmek amacıyla dört puanlı bir skala kullanıldı (0= semptom yok, 1= hafif, 2= orta, 3= iddetli).
BULGULAR: Fizik tedavi uygulanan grupta, tedavi sonrasında sağ vertebral (p<0.01), sol vertebral (p<0.05) ve basilar arter (p<0.05) kan akım hızlarında anlamlı artışlar saptandı. Medikal tedavi uygulanan grupta ise anlamlı bir değişiklik bulunmadı. Gruplar birbiri ile karşılaştırıldığında da bir farklılık saptanmadı. Tedavi sonrasında vertigoya ait semptomlar açısından her iki grupta da anlamlı düzelme olduğu gözlendi (grup 1; p<0.001, grup 2; p<0.05). Bu parametre açısından gruplar birbiri ile karşılaştırıldığında, fizik tedavi grubu lehine anlamlı bir farklılık saptandı (p<0.05).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Elde ettiğimiz hemodinamik ve klinik sonuçlar, servikal spondiloza bağlı VBYS’u olan hastalarda fizik tedavinin uygun bir seçenek olduğunu düşündürdü.
INTRODUCTION: We aimed to investigate the effect of physical therapy in patients with vertebrobasilar insufficiency syndrome (VBIS) secondary to cervical spondylosis.
METHODS: Fifty-five patients with VBIS were randomized as physical (32 patients) and medical therapy (23 patients). Physical therapy including infrared, cervical traction, ultrasound and TENS was applied to group 1. Group II received tenoxicam, paracetamol, phenprobamate, and pentoxifyllin for 15 days. The blood flow velocities (cBFV) of the vertebral and basilar arteries were recorded by transcranial Doppler ultrasonography (TCD). A four points scale was used to evaluate the intensity of symptoms due to vertigo (0= none, 1= mild, 2= moderate, 3= severe).
RESULTS: In group 1; cBFV in right and left VA, and in basilar artery increased significantly (p<0.01, p<0.05, and p<0.05, respectively). In group 2, no significant difference in cBFV was observed. When the groups were compared with each other, no significant diference was found. At the end of the treatment, a statistically significant improvement in the scores of subjective vertigo was observed in both groups (p<0.001, p<0.05). Comparison of the post-treatment scores for vertigo between the groups showed significant improvement in favor of the physical therapy group (p<0.05).

DISCUSSION AND CONCLUSION: Our results suggested that physical therapy might be a suitable alternative in the treatment of VBIS secondary to cervical spondylosis.

2.
Klamidia ve serebrovasküler hastalıklar arasındaki ilişki
Association of prior infection with chlamydia and cerebrovascular disease
Hızır Ulvi, Süleyman Önal, Tahir Yoldaş, Remzi Yiğiter, Nilgün Polat, Bülent Müngen
Sayfalar 87 - 91
GİRİŞ ve AMAÇ: Klamidia pnömoni solunum sisteminde akut infeksiyonlara sebep olan bir patojendir. Ayrıca, seroepidemiyolojik çalışmalar bu organizmanın aterosklerotik olaylar ve serebrovasküler hastalıklarla (SVH) da ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu çalışmada, klamidial infeksiyonların SVH’da risk faktörü olarak rollerinin araştırılmasını planladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 65 yaş altında 68 SVH’lı hasta ve 29 sağlıklı kontrol grubu alındı. Hasta yaş ortalaması 52.08 ± 5.74; 28 kadın, 40 erkek ve sağlıklı kontrol grubunun yaş ortalaması 49.76 ± 13.11; 12 kadın ve 17 erkek idi. Hasta ve kontrol grubunun serumunda Wang ve Grayston’ın tanımladığı mikroimmunofloresans yöntemle C pnömoni ve C trakhomatis’e karşı spesifik antikor ölçüldü. Elde edilen değerler ortalama ve standart sapma olarak hesaplandı. Veriler Mann-Whitney U testi kullanılarak karşılaştırıldı.
BULGULAR: SVH’lı hastaların serumunda C pnömoni’ye karşı ortalama IgG antikor titresi 1.382 ± 0.256, kontrollerde 1.152 ± 0.334 [p=.012], C trakhomatis’e karşı IgG antikor titresi 0.043 ± 0.019, kontrollerde 0.031 ± 0.015 [p=.026] olduğu tespit edildi. SVH’lı olgular kontrol grubuyla karşılaştırıldığında önemli derecede IgG antikor düzeyi yüksekliği saptandı. C pnömoni ve C trakhomatis’e karşı IgM düzeyleri SVH’larda kontrollerdekinden düşük (C pnömoni’ye karşı SVH’larda ortalama IgM 0.502 ± 0.188; kontrol, 0.559 ± 0.149 [p=.087], C trakhomatis’e karşı SVH’larda ortalama IgM 0.451 ± 0.348; kontrol, 0.683 ± 0.578 [p=.140]), C pnömoni’ye karşı IgA düzeyleri SVH’larda kontrollerdekinden yüksek (C pnömoni karşı SVH’larda ortalama IgA 1.008 ± 0.246; kontrol, 0.971 ± 0.237 [p=.563]) bulundu. Fakat istatistiksel olarak anlamlı değildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Klamidialara karşı serum IgG antikor düzeylerinin, SVH grubunda tek başına anlamlı bir risk parametresi oluşturabileceğini belirledik. Yüksek IgG değerlerinde sahip bireylerin belirlenerek diğer risk faktörleri açısından (sigara, alkol, diyet vs.) uyarılmaları gerektiğine inanıyoruz.
INTRODUCTION: Chlamydia pneumoniae is a human respiratory pathogen that causes acute respiratory disease and ~10% of community-acquired pneumonia. The infections are geographically widespread. In addition to respiratory disease, seroepidemiologic studies have shown an association of this organism with atherosclerotic proces and cerebrovascular disease. The role of preceding chlamydial infection as a risk factor for stroke was investigasted.
METHODS: We studied 68 consecutive patients under 65 years of age with cerebrovascular disease; the mean age was 52.08 ± 5.74 years (yrs) (range 39 yrs to 64 yrs; 28 female and 40 male) and 29 randomly selected age-matched healthy subjects (control); the mean age was 49.76 ± 13.11 years (yrs) (range 41 yrs to 62 yrs; 12 female and 17 male). Specific antibodies to C pneumoniae and C trachomatis in serum were measured by the microimmunofluorescence with the method of Wang and Grayston in all the subjects. Quantitative variables were analyzed with Mann-Whitney test.
RESULTS: The mean values of antibodies titers in patients (mean IgG antibodies to C pneumoniae in patients, 1.382 ± 0.256 vs. control, 1.152 ± 0.334 [p=.012], mean IgG antibodies to C trachomatis in patients, 0.043 ± 0.019 vs control, 0.031 ± 0.015 [p=.026]) were significantly higher compared with the controls. Although the mean IgM antibodies titers to C pneumoniae and C trachomatis are lower and IgA to C pneumoniae higher in patients than the controls, this differences were not found to be significant (mean IgM antibodies to C pneumoniae in patients, 0.502 ± 0.188 vs. control, 0.559 ± 0.149 [p=.087], mean IgM antibodies to C trachomatis in patients, 0.451 ± 0.348 vs. control, 0.683 ± 0.578 [p=.140], mean IgA antibodies to C pneumoniae in patients, 1.008 ± 0.246 vs. control, 0.971 ± 0.237 [p=.563]).
DISCUSSION AND CONCLUSION: We conclude that chronic infection with chlamydiae is associated with an increased risk of cerebrovascular disease and believe that patients who have high values of IgG antibodies titers should be warned for a probable cerebrovascular disease and other risk factors like smoking, alcohol, diet, etc.

OLGU BILDIRILERI
3.
Anterior koroidal arter anevrizması ile persistent primitif trigeminal arter birlikteliği: Vaka sunumu
Persistent primitive trigeminal artery associated with anterior choroidal artery aneurysm: A case illustration
Özerk Okutan, Kağan Tun, İhsan Solaroğlu, Etem Beşkonaklı
Sayfalar 93 - 95
Persistan trigeminal arter (PPTA) erişkinlerde en sık rastlanılan persistan karotid ve vertebrobasilar sistem anastomozudur. Bu patoloji, serebral anevrizmalar gibi diğer damarsal patolojilerle birlikte olabilir. Bu vakada, PPTA ile birlikte olan rüptüre anterior koroidal arter anevrizması sunulmuştur.
Persistent primitive trigeminal artery (PPTA) is the most common persistent carotid and vertebrobasilar system anastomosis in adults. This pathology may be associated with other vascular abnormalities such as cerebral aneurysms. A case of ruptured anterior choroidal artery aneurysm associated with a PPTA is presented.

4.
Esansiyel trombositozis ve geçici iskemik atak; 2 olgu sunumu
Essential thrombocytemia and transient ischemic attack: case report
Nefati Kıylıoğlu, Ali Akyol, Gürkan Kadıköylü, Zahit Bolaman
Sayfalar 103 - 105
Esansiyel trombositoz (ET) polisitemia vera, kronik miyelojen lösemi, idiyopatik miyelofibrozis gibi miyeleoproliferatif bir hastalıktır. Trombositoz, tromboembolik durumlar ve mukokutanöz hemorajiler ile karakterizedir. Nörolojik semptomlar arasında baş ağrısı, baş dönmesi, parestezi, strok, dizartri, skotomlar, senkop ve nöbet görülebilir. Bu yazıda geçici iskemik atak ile gelen 2 olguda ET saptanmış ve ET + serebrovasküler hastalık ilişkisi tartışılmıştır.
Essential thrombocytemia (ET) is clonal myeloproliferative disorders such as polycytemia vera, chronic myelogenous leukemia, and idiopathic myelofibrosis. It is characterized by thrombocytosis, thromboembolic events and mucocutaneous hemorrhage. Neurological symptoms include headache, vertigo, paresthesia, stroke, dysarthria, scintillating scotomas, syncope and even seizures. In this paper, we presented two patient with ET suffered from transient ischemic attack and discussed relation of ET and cerbrovascular disease.

5.
Reversible posterior lökoensefalopati sendromu bir olgu ve literatürün gözden geçirilmesi
Reversible posterior leukoencephalopathy syndrome a case and review of literature
Nalan Soyder Kuş, Oğuz Karagüzel, Ufuk Şener, Yaşar Zorlu
Sayfalar 103 - 105
Reversbl posteriyor lökoensefalopati sendromu (RPLS) başağrısı, mental fonksiyon değişiklikleri, nöbetler, görme kaybı ile görüntüleme tetkiklerinde hemisferlerin özellikle posteriyor bölgelerine lokalize bilateral subkortikal ve kortikal ödemin varlığı ile karekterizedir. 24 yaşında kadın olgu, doğumun 2. gününde jeneralize tonik klonik nöbet, iki gün sonra ise mental fonksiyonlarda bozulma ve görmede azalma gelişmiştir. Semptomların başlangıcından 2 gün sonra çekilen kraniyal MRG’sinde hemisferlerin posteriyor bölgelerinde belirgin bilateral subkortikal beyaz cevher ve komşu gri cevheri de kapsayan T2’de hiperintens sinyal varlığı görüldü. Yeni tanımlanan RPLS ile uyumlu bu olguyu sendromun tipik radyolojik ve klinik bulguları nedeni ile sunmak istedik.
Reversible posterior leukoencephalopathy syndrome (RPLS) is typically characterized by headache, altered mental functioning, seizures, and visual loss associated with imaging findings of bilateral subcortical and cortical eodema with a predominantly posterior distribution. A 24-year-old woman had delivered first baby at 40 weeks’ gestation. Her clinical course was stable until 2 days after delivery, when she developed attack of generalized tonic-clonic seizure, followed by decreased visual acuity and altered mental function. At 2 day after symptom onset, an MRI demostrated extensive, diffuse T2 hyperintense signal abnormalities involving subcortical white matter and adjacent and deep gray matter with a posterior predominance. We want to report this case that these clinical and radiologic findings were consistent with reversible posterior leukoencephalopathy syndrome, which has not been widely recognized.

DERLEME
6.
Nöroşirürji’de lazer Doppler flowmetrenin kullanımı
The usage of the laser Doppler flowmetry in neurosurgery
Mustafa Gürelik, Ünal Özüm, Özen Karadağ, Bilge Gürelik
Sayfalar 107 - 110
Lazer Doppler flowmetre, doku kan akımı hakkında devamlı ve gerçek zamanlı olarak bilgi veren bir ölçüm yöntemidir. Hem deneysel hem de klinik Nöroşirurji uygulamalarında da beyin ve omurilik kan akımı ölçümünde kullanılmaktadır. “Doppler prensibi” temeline dayanan bu teknikte, ölçüm yapılacak dokuya gönderilen lazer ışığının bir bölümü kapiller damarlar içerisindeki başlıca eritrositler olmak üzere hareketli yapılardan frekansı değişerek geri yansımakta ve detektör tarafından alınan ışık analiz edilerek kan akımı ölçülmektedir. Bu yazıda, lazer Doppler flowmetrenin fizik prensipleri ve Nöroşirurjideki uygulamaları gözden geçirilmiştir.
The laser Doppler flowmetry is a method measuring continuously and real time blood flow in tissue. Laser Doppler flowmetry is used to measure the blood flow in both clinic and experimental applications in neurosurgery. In this technique is based on “Doppler principle”, a part of the laser light delivered to tissue back reflects from the dynamic structures, mainly red blood cells and this back reflected light, frequency of which shifted is received by detector and analyzed. In this article, the physical principles of the laser Doppler flowmetry and its applications in neurosurgery are reviewed.

7.
Vasküler parkinsonizm
Vascular parkinsonism
Serhat Özkan, Demet Özbabalık, Gazi Özdemir
Sayfalar 111 - 114
Bu derlemenin amacı; vasküler nedenlere bağlı parkinsonizm olgularının klinik, radyolojik ve patolojik özelliklerini incelemek, ayırıcı tanıda yardımcı olabilecek bulguları ortaya koyabilmekdir. Yüzyılı aşkın süredir parkinsonizmde vasküler patoloji etiyolojik bir neden olarak gösterilmesine karşın, halen kesin tanı için yeterli veriler bulunmamaktadır. Genellikle sinsi başlangıç, ağırlıklı olarak alt vücut bölgesinin tutulumu, yürüme güçlükleri, erken postural instabilite ile birlikte piramidal bulgular, inkontinans ve demans klinik ayırıcı tanıda kullanılabilecek özelliklerdir. Daha geniş yapılmış nörogörüntüleme özelliklerini de içeren kliniko-patolojik çalışmalara ihtiyaç vardır.
The aim of this review is to asses the clinical, radiological and pathological properties of parkinsonism secondary to vascular reasons and to ascertain the signs that can help on the differential diagnosis. Although, for more than a century, the vascular pathology have been shown as an ethiological factor for parkinsonism, there is no enough data for accurate diagnosis. Usually, insidous progression at the onset, predominantly lower body involvement, gait difficulties, pyramidal signs with early postural instability, incontinance and dementia are the features that can be useful for the differential diagnosis. There is necessity for larger clinico-pathological studies that contains neuro-imaging properties.

LookUs & Online Makale
w