ISSN 1301-1375 | e-ISSN 2146-9113
Turkish Journal of Cerebrovascular Diseases - Türk Beyin Damar Hast Derg: 19 (2)
Volume: 19  Issue: 2 - Ağustos 2013
REVIEW
1.Atrial fibrillation and stroke in the perspective of new oral anticoagulants
Demet Funda Baş, Mehmet Akif Topçuoğlu, Ethem Murat Arsava
doi: 10.5505/tbdhd.2013.33042  Pages 35 - 45
Atriyal fibrilasyon (AF) bağımsız, güçlü bir inme risk faktörüdür. Son döneme kadar sadece aspirin ve warfarin AF’lu hastalarda inme profilaksisinde onaylanmış tedavi seçenekleriydi. Warfarinin inmeyi önlemede plaseboya ve aspirine kıyasla gösterilmiş belirgin üstünlüğü olmasına rağmen, kullanım zorlukları yeni tedavi arayışlarını zorunlu kılmıştır. Koagülasyon yolundaki farklı faktörlere etki eden yeni oral antikoagülanlar (dabigatran, apixaban ve rivaroxaban gibi) ile yapılan çalışmalarda bu ilaçların warfarine kıyasla benzer oranda etkili ve güvenli oldukları gösterilmiştir. Yeni oral antikoagülanların hızlı etki başlangıçları, monitorizasyon ihtiyaçlarının olmaması ve düşük ilaç ve gıda etkileşimleri her ne kadar cezbedici olsa da, bu ilaçların henüz özgün antidotlarının olmaması bir dezavantaj oluşturmaktadır.
Atrial fibrillation is an independent, powerful risk factor for stroke. Until recently, acetyl salicylic acid (aspirin) and warfarin were the only approved treatment options for stroke prophylaxis. Although warfarin provides a significantly better risk reduction in stroke compared to placebo and aspirin, its usage difficulties entailed investigation of new treatment alternatives. Studies showed that new oral anticoagulants (such as dabigatran, apixaban and rivaroxaban) are as efficient and safe as warfarin. New anticoagulants seem appealing by their rapid onset of action and low drug and diet interactions, together with not necessitating any routine monitoring; however lack of specific antidotes constitute a disadvantage at the moment.

RESEARCH ARTICLE
2.Protective Effect Of Bosentan In Experimental Cerebral Ischemia-Reperfusion Injury
Eser Ataş, Hasan Hüseyin Özdemir, Caner F. Demir, M. Said Berilgen, Oktay Kapan, Bekir Akgün, Tuncay Kuloğlu
doi: 10.5505/tbdhd.2013.54254  Pages 46 - 50
AMAÇ: Serebral iskemide hücre ölümüne uzanan olayları başlatan birçok faktör bulunmaktadır. Bunlar; serbest radikal üretimi, eksitotoksisite, sodyum ve kalsiyum akışı bozulması, enzimatik değişiklikler, inflamatuvar sürecin uyarılması, trombosit ve lökositlerin aktivasyonu, gecikmiş koagülasyon, endotelyal disfonksiyon ve endotelin (ET) salınımını içerir. Bosentan, endotelin reseptörleri olan, hem ETA hem de ETB'nin kompetitif antagonistidir. Bu çalışmanın amacı deneysel serebral iskemi reperfüzyon hasarında bosentanın koruyucu etkileri olup olmadığını belirlemektir.
YÖNTEMLER: Bu çalışmada iskemi-reperfüzyon oluşturulan ratlara işlem sonrasında 5 gün süre ile düzenli olarak bosentan molekülü uygulandı. Dekapite edilen ratların beyin dokularına histopatolojik incelemeler yapıldı. Beyin dokularında oksidan ve antioksidan düzeyleri belirlendi.
BULGULAR: Bosentan uygulanan ratların antioksidan düzeylerinin ve histopatolojik incelemelerinin bosentan uygulanmayan gruba göre daha iyi olduğu gözlendi.
SONUÇ: Sonuç olarak bu çalışma bosentanın, iskemik inmenin nöron ölümü ile sonuçlanan olumsuz etkilerini azaltabilecek bir ajan olabileceğini göstermektedir.
OBJECTIVE: In cerebral ischemia, there are many factors that start the events leading to cell death. These factors contain free radical production, excitotoxicity, sodium and calcium flow disruption, enzymatic changes, stimulation of the inflamatuar process, the activation of platelets and leukocytes, delayed coagulation, endothelial dysfunction and endothelin (ET) release. Bosentan is the competitive antagonist of endothelin receptors; ETA and ETB. The aim of this study is to determine whether the protective effects of bosentan in experimental cerebral ischemia reperfusion injury.
METHODS: In this study, after ischemia-reperfusion procedure, bosentan molecule was regularly given to rats for 5 days. The brain tissues of decapitated rats were histopathologically examined. The levels of oxidant and antioxidant were determined in these brain tissues.
RESULTS: It was observed that antioxidant levels and histopathological examinations were in rats given bosentan better than control group rats.
CONCLUSION: In conclusion, this study has showed that bosentan may be an agent which could reduce negative effects resulting from neuronal death associated with ischemic stroke.

3.Evaluation of Cognitive Impairment After Posterior Cerebral Artery Infarction
Nilgün Çınar, Şevki Şahin, Tuğba O. Önay, Kübra Batum, Sibel Karşıdağ
doi: 10.5505/tbdhd.2013.10820  Pages 51 - 55
AMAÇ: Posterior serebral arter (PSA) iskemik infarktı sonrası gelişen bilişsel bozulmanın değerlendirilmesine yönelik yapılmış çalışmalar yeterli değildir.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 2010-2012 yılları arasında yatırılarak tedavi gören, oryantasyon, kooperasyon kıstlılığı ve afazisi olmayan, 26 ardışık sağ ve sol (10/16) PSA infarktlı olgu alınmıştır. PSA’nın dalları kortikal ve subkortikal olarak iki grup altında ele alınmıştır. Tüm olgulara ilk haftada ve 3. ay vizitlerinde; kısa mental durum değerlendirme testi, Wechsler bellek ölçeği (WBÖ), kelime-kategori çağrışım testi, atasözü yorumlama ve benzerlikler testi parametrelerinden oluşturulan bilişsel test bataryası (BTB) uygulanıp, gruplar birbiri ile karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Sağ PSA infarktlılarda ilk hafta ve 3. ay değerlendirmelerinde anlamlı düzelme sözel akıcılık testlerinden kategori çağrışım testinde ve BTB toplam puanında, sol PSA infarktlılarda ise sadece kategori çağrışım testinde saptanmıştır. İlk hafta değerlendirmede, subkortikal segment PSA infarktların tüm BTB puanları, kortikal segment PSA infarktlarına göre belirgin düşük bulundu. Üçüncü ay değerlendirmelerinde her iki grupta puanların yükseldiği, ancak subkortikal PSA infarktlarında puanların kortikal PSA infarktlarına göre düşük olduğu gözlenmiştir.
SONUÇ: Bulgularımız PSA infarktli olgularda bilişsel bozulmaya işaret etmektedir. Üç ay sonraki değerlendirmede katogori çağrışım testlerinin gösterdiği sözel akıcılıktaki bozulma ön plana çıkmaktadır. Fonksiyonel görüntüleme yöntemleri ile praksi ve gnozi gibi diğer kortikal fonksiyonları da değerlendiren ileri çalışmalar gereklidir.
OBJECTIVE: The assessment of cognitive impairment after posterior cerebral artery (PCA) ischemic infarction has not been well documanted.
METHODS: Twenty-six oriented, cooperated and non-aphasic consecutive patients with right or left (10/16) PCA infarction who were hospitalized between the years 2010-2012 were enrolled to the study. The branches of PSA were dealt as cortical and subcortical infarct under two groups. Short mental state examination test and cognitive test battery (CTB) created from Wechsler memory scale (WMS), word-catogory association test and similarity test parameters were applied to the patients at the first week and third month follow-up visits and the groups were compared with each other.
RESULTS: There was a significant improvement in catogory association test and total score of cognitive test battery (CTB) in right PCA group, also there was a significant improvement in catogory association test in left PCA group at the first and 3th month evaluations. At the first month evaluations, total score of CTB of the subcortical segment PCA infarcts are lower than the cortical segment PCA infarcts. At the 3th month evaluations the scores increased in the both groups; but the scores in the subcortical PCA infarcts were lower than the cortical PCA infarcts.
CONCLUSION: Our findings suggest that there was a cognitive impairment in patients with PCA infarction. The impairment in verbal fluency which was showed by catogory association test was found more prominent in the second evaluation. Further studies including functional imaging methods and cortical function tests are needed.

4.Investigation of the relation between ischemic cerebrovascular disease and Chlamydia pneumoniae infections
Murat Çalık, Yavuz Uyar, Musa Kazım Onar, Murat Günaydın
doi: 10.5505/tbdhd.2013.68552  Pages 56 - 63
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı; Chlamydia pneumoniae enfeksiyonlarının iskemik serebrovasküler hastalıklarla ilişkili olup olmadığının araştırılmasıdır.
YÖNTEMLER: Çalışma, yaşları 40-74 arasında değişen, hastaneye başvuru sonrasında akut iskemik strok veya geçici iskemik atak (GİA) tanısı almış olan 50 hasta ve 50 sağlıklı bireyden oluşan toplam 100 kişi üzerinde yapıldı. Hasta ve kontrol grubundaki tüm olgulara tam nörolojik muayene, akciğer grafisi, karotis ve vertebral arterlere yönelik doppler USG incelemeleri yapıldı. Hasta ve kontrol grubunun tüm bireylerinde hipertansiyon, kalp hastalığı (AF, KAH, geçirilmiş Mİ, kalp kapak hastalığı), periferik vasküler hastalık, geçirilmiş strok, diyabet, OAK (oral antikoagülan) kullanımı varlığı araştırıldı. Diyabet, kalp kapak hastalığı, kardiyak ritim bozukluğu, OAK kullanımı olan olgular çalışmaya alınmadı. Hasta ve kontrol grubundaki tüm bireylerin serumlarında mikroimmunofloresan (MIF) yöntemi kullanılarak C. Pneumoniae’ya karşı gelişen antikorlar (IgA, IgM ve IgG) araştırıldı.
BULGULAR: Hasta ve kontrol grubu, yaş, cinsiyet, açısından birbiri ile benzer olup aralarında istatiksel bir fark tespit edilmedi. Değerlendirme sonucunda her iki grupta da IgM tipi antikor ve akut C. Pneumoniae enfeksiyonu saptanmadı. IgA tipi antikor hasta grubunda 31 (%62), kontrol grubunda ise 28 kişide (%32) tespit edildi. IgA tipi antikor pozitifliği hasta grubunda anlamlı olarak daha sık izlendi (p<0.01). IgG tipi antikor hasta grubunda 37 (%74), kontrol grubunda ise 28 kişide (%56) tespit edildi. IgG tipi antikor pozitifliği açısından hasta ve kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmedi. Kronik persistant C. Pneumoniae enfeksiyonuna kontrol grubunda rastlanmazken; hasta grubunda 8 hastada (%16) rastlandı. Ancak bu durum olgu ve kontrol grubunun toplam denek sayısının yetersiz olması nedeniyle istatistiksel değerlendirme için uygun değildi.
SONUÇ: Bu çalışma C. Pneumoniae enfeksiyonlarının iskemik serebrovasküler hastalıklar için hazırlayıcı bir risk faktörü olabileceğini göstermiştir.
OBJECTIVE: The aim of this study is to investigate whether there is a relation between Chlamydia pneumoniae infection and ischemic cerebrovascular diseases.
METHODS: This study was done on 100 individuals, 50 of whom were at the ages between 40-74 with transient ischemic attack (TIA) or acute ischemic stroke and 50 of whom were healthy controls at the same age and gender distributions. All cases on the patient and control group had a complete neurological examination, chest radiographs, routine biochemical and hematological tests, doppler USG investigations of carotid and vertebral arteries were done. Hypertension, heart disease, peripheral vascular disease, stroke, diabetes mellitus and another metabolic disease, oral anticoagulant use were investigated in the patient and control groups. Those who have diabetes, heart valve disease, cardiac rhytm disorders and history of use of oral anticoagulants were excluded. C. Pneumoniae antibodies were investigated by microimmunoflourescent (MIF) method in the serum of patients and controls. Antibody determination was made separately for IgA, IgM and IgG.
RESULTS: IgA-type antibodies were detected 62% on the patient group where as 32% on the control group. IgA-type antibodies against C. Pneumoniae were found more frequently in patients than in control subjects (p<0.01). ).IgM-type antibodies against C. Pneumoniae weren’t present in both groups. IgG-type antibodies were detected as 74% in the patient group where as 56% in the control group.There was no difference between patients and controls groups for IgG-type antibodies.In addition, chronic persistent C. Pneumoniae infection was found in 8 patients (16% ), there was no chronic persistent infection in the control group. However patient numbers were small for statistical evaluation. Acute C. Pneumoniae infection was not present in both groups.
CONCLUSION: The results of this study showed that C. Pneumoniae infection may be a risk factor predisposing for ischemic cerebrovascular disease.

BRIEF COMMUNICATION
5.Non-Aneurysmal Perimesencephalic Subarachnoid Hemorrhage: 6 Cases
Özlem Selçuk, Murat Çabalar, Betül Güveli, Vildan Güzel, Büşra Yurtsever, Vildan Yayla, Hatem Hakan Selçuk, Batuhan Kara
doi: 10.5505/tbdhd.2013.38257  Pages 64 - 67
Subaraknoid kanamalar (SAK) orta-ileri yaş grubunda önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Yaklaşık %85 nedeni anevrizmaların rüptürüdür. Nadir karşılaşılan bir formu olan non-anevrizmal perimezensefalik subaraknoid kanama (N-APMSAK)’larda, anevrizma kökenli SAK’ların aksine yeniden kanama riski çok düşük bir orandadır ve prognoz çok daha iyidir. Nadir görülen N-APMSAK semptomatoloji açısından anevrizmal SAK’lara benzemekle birlikte iyi prognoza sahip olması ile subaraknoid kanamanın diğer formlarından farklılık gösterir. İyi tanınması komplikasyonu arttırabilecek olan gereksiz tetkiklerin ve cerrahi müdahalenin önlenmesi açısından önemlidir. Bu yazıda şiddetli baş ağrısı yakınmasıyla başvuran N-APMSAK tanısı ile Nöroloji kliniğimizde takip ettiğimiz 6 olgu sunulmuştur.
Subarachnoid hemorrhage (SAH) is an important cause of mortality and morbidity in middle-age and elderly people. Although aneurysm ruptures are the most frequent causes of SAH, it cannot be identified in approximately 15% of the cases. However, the onset symptoms are similar, perimesencephalic non-aneurysmal SAH can be differentiated by benign prognosis from other forms. Its early diagnosis may prevent unnecessary neuroradiological and surgical procedures. In this study, 6 patients who admitted to Neurology Department with severe headache and detected hemorrhagic appearance around the mesencephalon (pretruncal) on computerized tomography were presented.

CASE REPORT
6.Isolated trochlear nerve paralysis due to brainstem ischemia: a case report
Halit Yaşar, Hakan Tekeli, Tolga Biçer, Kemal Kara
doi: 10.5505/tbdhd.2013.62207  Pages 68 - 69
Troklear sinir felci okuler hareketleri etkileyen en sık izole kranial nöropatidir. Hastalar aşağı bakış esnasında, özellikle de merdiven inerken veya eğilirken çift görmeden yakınırlar. Troklear sinir felçlerinin yalnızca %5’i izoledir. En sık neden konjenital olup, edinsel nedenler arasında en sık travmatik nedenler yer alır ve iskemiye bağlı nedenler oldukça nadirdir. Biz bu yazımızda 61 yaşında bayan hastada gelişen beyin sapı iskemisine bağlı izole troklear sinir felcini sunduk.
Trochlear neuropathy is the most common isolated cranial nerve palsy which affects the ocular movements. Patients complain of double vision especially during descending stairs or bending. Only 5 % of trochlear nerve palsy is isolated. The most common cause of trochlear nerve palsy is congenital causes. Trauma is the most common reason among acquired causes and ischemia-induced causes are extremely rare. In this article we present a 61-year-old female patient who has an isolated trochlear nerve palsy after a brain stem ischemia.

7.Akinetic Mutism Case Following Stroke
Uygar Utku, Besime Utku
doi: 10.5505/tbdhd.2013.85530  Pages 70 - 71
İskemik inmeler içerisinde az görülen anterior serebral arter sulama alanı infarktlarının bilateral meydana gelmesi çok daha nadirdir. 86 yaşında kadın hasta, acil servisimize ani gelişen her iki kol ve bacaklarda kuvvet kaybı ve konuşamama şikayeti ile getirildi. Bilateral anterior serebral arter infarktına ikincil gelişen akinetik mutizm tanısı alan olgu nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur.
Ischemic strokes less common in the area of the anterior cerebral artery infarcts and bilateral occurrence is extremely rare. 86-year-old female patient, admitted to our emergency department with complaints of sudden loss of strength in both arms and legs and inability to speak. Case diagnosed as akinetic mutism due to bilateral anterior cerebral artery infarction presented because it is rare.

8.Cerebral involvement in pseudoxanthoma elasticum; case report
Eylem Değirmenci, Çağdaş Erdoğan, Atilla Oğuzhanoğlu
doi: 10.5505/tbdhd.2013.70299  Pages 72 - 75
Psödoksantoma elastikum (PXE), elastik liflerin progresif fragmantasyonu ve kalsifikasyonu ile karakterize, nadir görülen bir konnektif doku hastalığıdır. Genellikle kutanöz, oküler ve vasküler sistem tutulumu ile karakterizedir ve nörolojik komplikasyonlar genellikle vasküler yetmezliğe ikincil gelişir. 43 yaşında, erkek hasta uzun yıllardır devam eden dizartri, ataksi ve görme kaybı nedeniyle kliniğimize yönlendirilmişti. Bilateral aksillar bölgeler ve boyun bölgesinde gevşek deri ile gövdede atrofik, soluk viyole maküler lezyonlar izlendi. Fundus muayenesinde“angiloid streak” izlenen olgunun cilt biyopsisinde orta ve derin dermiste, kalsifiye dejenere elastik fibriller saptandı. Beyin manyetik rezonans görüntülemesinde ise yaygın beyaz cevher lezyonları mevcuttu. Nadir görülen hastalıkların tanısının akılda tutulması tanı ve tedavide gecikme yaşanmaması, sistemik komplikasyonların azaltılabilmesi ve hatta önlenebilmesi açısından öneme sahiptir.
Pseudoxanthoma elasticum (PXE) is a rarely seen connective tissue disease which is characterized by progressive fragmentation and calcification of elastic fibers. Generally it is characterized by cutaneus, ocular and vascular system involvement and neurological complications are usually secondary to vascular insufficiency. 43 years old male patient had a progressive dysarthria, ataxia and vision loss which started many years ago referred to our clinic. Loose skin was seen on bilateral his axillar region and neck with atrophic, pale viola macular lesions on his body. There was “angiloid streaks” on fundus examination and skin biopsy showed calcified degenerated elastic fibers on middle and deep dermis. Diffuse white matter lesions were determined on cranial imaging. To keep in mind the diagnosis of rare diseases would be helpful in early diagnosis and treatment, reducing and even preventing systemic complications.

LookUs & Online Makale